18 Ekim 2014 Cumartesi

Çay Üzerine Satırlar

iki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
(Cemal Süreya)

haydi iç de çay koyayım.
(Ah Muhsin Ünlü )

ve hala ince belli bardakta içilen çay tüm felsefe ,
politika ve kuramların üstündedir.
Çay duyguların sıvı halidir.
(Bekir Erdoğan)

o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!

aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
(Haydar Ergülen)
Ama bu kente gelirsen unutma beni ara,
sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım.
(Osman Konuk)

Bizim içtiğimiz çay da çaydır
Çarpık dudaklı ezik gözlü allı mavili çaylar
Vadilerden renkli yağmurlar gibi gelir.
İçtiğimiz çay.
(Sezai Karakoç)

Çayın rengi ne güzel
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
(Orhan Veli Kanık)

çay içiyoruz
mutlu bir sessizlik içinde.
(Cevat Çapan)

“Günün aydın, akşamın iyi olsun” diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa, zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama; “Çaya kaç şeker alırsın?”
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra…
(Can Yücel)

biriniz birkaç yıldız taksın gökyüzüne
biriniz çay hazırlasın
biriniz akşam olsun
(Mevlâna İdris Zengin)

Basit yaşayacaksın basit
Sanki bir gün yaşamın sona erecekmiş gibi basit,
Çay, Simit ve Peynirle.
(Nazım Hikmet Ran)

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
(Abdurrahim Karakoç)

çaydanlığı sürüyoruz ocağa
kayna suyum kayna suyum
kayna da çay içeyim
ben böylesi sabahları
içine de
içine de
……………………..
o biçim!
(Hasan Hüseyin Korkmazgil)

Hıncım bana kalsın gayrı
sen yalnızlığımı götür.
Bana çay demlemeyi öğret
elimi yüzümü yıkamayı,
ağzıma rakı koydurma.
(Ahmet Oktay)

çay içiyordu. sıkılıyordu. hamamda şarkılar söylüyordu
görüntüm. işbaşı yapıyordu çalıntı zamanlarda.
(Altay Öktem)

Bütün gün kahvede oturdum yedek kulübesinde
ve bir kardeşim saf dışı kalsın diye
çay söyledim kahveden.
(İbrahim Tenekeci)

seni çay içerken izlemek
seni çay doldururken
seni demlerken çayı
kimseler inanmasa da düpedüz sevap
(Alper Gencer)

Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir
Judy Garland gibi çay
Kan gibi çay.
(Sezai Karakoç)
Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese
(Ergin Günçe)

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan
Dakika düşelim senelik paydan
(Necip Fazıl Kısakürek)

Biraz çay soğuklarda.
Ne kadar acı şu dünya
(Behçet Necatigil)

Bir bardak demli çay
burukluğu gibi kalsın
gecenin ve sabahın tadı
yaşasın anılarımızda
(Ahmet Telli)

Her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım,
seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana Şebnem.
(Murat Menteş)

Çay henüz her şey bitmedi demektir.
(Cezmi Ersöz)

hayatta herkesin mutlaka
bir sarayburnu aile çaybahçesi varsa
hayatta herkesin mutlaka bir istanbulu varsa
hayatta herkesin mutlaka bir tanrısı varsa
ve biz tanrısız kaldığımıza göre
sen benimle mi gelirsin
ben sen de mi kalırım
bunu bırakalım şu geçip giden bulutlar düşünsün
(Salih Bolat)

Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle…
(Turgut Uyar)

Aşkınla demlenmiş sıcak bir çay içmeliyim.
Küfürler saçıp etrafa, belalara bulaştırmalıyım ağrılı başımı.
Yokluğuna alışmamalıyım.
(Tarık Tufan)

bir çay yalnızlığı emirgân’dan öteye
değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın
(Attila İlhan)

Ve oturdu mu bir masaya
hakkını verir çay içmenin
(Cahit Zarifoğlu)

Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
O müthiş öğle sıcağında
Pencerenin önünde örgü ören birinin
- Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
Görülmediği gibi
Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.
(Edip Cansever)

Benim çay bardağımda senin gözlerin olur
Senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda
Onların gözleri
(Sezai Karakoç)
Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde
Yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu
otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime
”anne” dedim, ”hadi çay koy da içelim”… 
(Ali Lidar)


17 Ekim 2014 Cuma

Kürk Mantolu Madona Film Oluyor

Ünlü yazar Sabahattın Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf”, “Gramofon Avrat”, “Hasan Boğuldu” adlı eserlerinden sonra “Kürk Mantolu Madonna” adlı eseri de sinema filmi oluyor. Mert Fırat ve yönetmen İlksen Başarır’ın sahibi olduğu Kutu Film eserin sinemaya uyarlanma haklarını geçtiğimiz yıl satın almışlardı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 600 bin TL destek alan filmin senaryosu hazır. Türkiye ve Almanya’da çekilmesi planlanan filmin uluslararası festivallere katılması ve 2015’te vizyona girmesi bekleniyor. İlksen Başarır’ın yöneteceği filmde romanın baş karakteri Raif Efendi’yi Mert Fırat canlandıracak. Onun aşık olduğu Maria Fuder’i ise ünlü bir yabancı oyuncunun canlandırması düşünülüyor. “Kürk Mantolu Madonna” yı Sabahattin Ali askerlik yaptığı Büyükdere’de bir çadırda yazmış. Romanı yazdığı günlerde attan düşüp sağ kol bileği çatlayınca, kolunu tenekede ısıtılan suya koyup yazmaya devam etmiş. Tabloya aşık olur Raif Efendi içine kapanık, melankolik ve dış dünyaya uyum sağlayamamış bir karakterdir. Kendi hayatına kendi yön verememiş, başkalarının istediği bir insan olarak hayatını sürdürmüş. 20’li yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin’de bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak aşık olur. Bu tabloyu seyretme seansınlarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder’dir. Tanışırlar Raif’in dünyası artık bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değişir. Kaynak : Yaşam Uğraşı

14 Ekim 2014 Salı

At Kafası Zat - YASİN GÜMBÜR

Ben şiir seven, kendimce şiir üreticisi bir şiir zat… Ben hiç tanımadığım bir Leyla’ya şiir hatun diyen Mecnun kafalı, hatta biraz daha öte gidip birkaç kelime… Şiir hazretleri kavramını kafamın içinde oluşturan ben… Saçma sapan biriyim değil mi? Bu dünyada bir ben daha var mı? Saçma sapan şeylerim var, saçma sapan mutluluk kaynaklarım… Sonra ne olmuştu, bir edalım olmuştu, Eda isminden türettim tabii ki bu ithamı, soyadı gibi de sert biriydi… Birazcık da acemi şiirlerimi ona ithaf ettim. Belki eskimiş bir niyet… Bir şiir kâğıdı uzatmıştım ona arkadaş aracılığıyla, günlerden cuma idi… Kız laftan anlamadığı gibi şiirden de anlamamıştı, beni hiç anlamamıştı… Sonra ertesi salı okulun son günlerinde yanımdaydı. Okul çantasından bir kâğıt çıkardı, kendisine yazdığım el yazmalı şiiri içeriyordu kâğıt… Ben de kalmasın dedi, maalesef dedi… Kâğıdı aldım, ısrarı üzerine. Neredeyse bir sene boyunca o kağıdı, bir defter arasında muhafaza etmiştim… Öylesine işte… Anısına işte… Sonra bir gün sinirlendim, çöpe attım kağıdı. Çöpe yar olan ilk şiirim ve tek şiirim. Çariçem hitabı da neyin nesi… Bu da başka birine, başka bir hitap, başka bir esinlenim uğraşları… Babası komutan bir askerdi, Milli Güvenlik hocamdı ve yine kendisi şairdi… Çok iyi bir adamdı, yüzünden gülücük eksik olmazdı. Sınavları da çok kolay olurdu. Kızı ise bir şiirdi, bence… Ha ha ha hala gülümsüyorum, onunla da şiir yoluyla kaynaştım, bir şiirimde çariçem uyağı vardı. Gittim onu bir Rus çariçesine benzettim, bu da bir acemilikti… Şiirden ben de pek anlamıyordum galiba o zamanlar, uyaklarıma hiç dikkat etmiyordum. Garip garip kelimeler kullanmakta üzerime yoktu. O da başka birini sevdi, şiir yazmasını bilmeyen birini… Birkaç tane daha ilham perilerim oldu, lüzumsuzluklar... Bir kızı sevmek başka bir şeydi, o kız herhangi kimse ondan şiir koparma istifadesindeydim kendime çoğu zaman. Şiir yazdıklarım arasında hiçbir kızı yatağa atma düşüncem olmadı, benim ki sadece tinsel bir münasebetti. Ah şu benim olsa diye de sahiplenmedim hiçbirini. Hiçbirini pornografik hayal etmedim, ama hayal edecek Jessicalar Jenniferlar vardı kafamda… Hollywood filmleri izlemem yüzünden, birçok ünlü kadın oyuncunun siması aklımda… Belki biraz sarılma arzum olurdu şiir yazdıklarıma, yüküm hafiflerdi belki… Ama hiçbirine de sarılmadım, kokusunu içime çekmedim, hiçbiriyle bir yerde buluşmadım. Tecrübesizim bu ilişkilerde. Gelgelelim şu ana… İşte bu, tanımıyorum, bilmiyorum neyin nesi… Adını şiir hatun koydum. Bu hatunla tanışabilmeliyim. Ama nasıl olacaktı ki? Daha bu gün gördüm onu, yarın da görmeliyim, onu hep görmeliyim… ... YASİN GÜMBÜR

Bu kitabı okuyup bulmacayı çözen bir kişi 500.000 dolar değerinde altın kazanacak.

Bu kitabı okuyup bulmacayı çözen bir kişi 500.000 dolar değerinde altın kazanacak. 7 Ekim 2014'te tüm dünya da aynı anda satışa çıkarılan ve sinema, bilgisayar oyunu, sosyal ağlar, bir dizi hikaye ve sayısız interaktif uygulamayı kapsayan yapısıyla dünyada şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı kitap projesi olduğu belirtilen Endgame'in oyun platformu Google tarafından hayata geçilirken, filmin çekimini ise 20th Century Fox üstlenecek. Kitapta dünyanın sonunu getirecek felaketlerin başlamasıyla 12 kadim uygarlığın temsilcisi olan 12 özel gencin, dünyanın ve kendi ırklarının kurtuluşu olan 3 anahtarı arama mücadelesini anlatıyor. Türkiye'deki ismiyle "Endgame: Çağrı", bir maç sırasında Fenerbahçe Stadı'na düşen bir meteorla başlıyor ve bu, dünyanın sonunu getirecek felaketlerin ilki oluyor. Doğduklarından beri dünyayı kurtarmak için yetiştirilen, farklı niteliklere ve güçlere sahip 13-20 yaş arası gençler, bu işaretin ardından 3 anahtarı bulmak için amansız bir mücadeleye girişiyor. Romanın satırlarında gizli ipuçlarını bulan ve şifreleri çözen okuyucular, dünyanın herhangi bir yerinde saklanan anahtarla, Las Vegas'taki bir otelin lobisinde duran ve içinde 500 bin dolar değerinde altın bulunan kasayı açma şansına sahip olacak. İkinci kitap 1 milyon dolar, üçüncü kitap 1,5 milyon dolar, toplamda ise 3 milyon dolar değerinde altın kazanma fırsatı sunulacak. Açıklamada görüşlerine yer verilen James Frey, birçok platformda var olacak bir proje şeklinde tasarlanan kitabın, roman ve hikaye kitabının yanı sıra bilgisayar oyunları, sinema filmi, sosyal ağlar ve e-kitapları kapsayacağını ifade etti. Kitap, Uğur Mehter tarafından Türkçe'ye çevrildi.

12 Ekim 2014 Pazar

POKER SURAT - FATİH BALCIOĞLU

Kan çanağıysa ağzım, sanane
Sen yapmadın ki zaten, sadece kiri yarattın
Ben kirlendim kendi kendime
Denizde yelkenim, sen şehir parkında bank
Üstüne oturdu dertli insanların yükü
Vicdanlısındır, yardımseversindir, sorumlusundur olup bitenden
Bana vuran dalgalar mı oldu acıların tümü?
Bir resmî tören düzenlesek diyorum
Yırtmadan son resmi
İmam var, musalla taşı var
Göz kapaklarım inmeden halledelim
Sonra güzel gören olmaz seni.
Düşmüşsün gözden, kurşunların bacağına saplanmış
Yaralarına üflerken görseydi,
Kıskanırdı İsrafil
Can almak konusunda pazarlık yapmıyor Azrail
Ağlama
Uzamış sakallarımla geleceğim sana

Geldim gittim geldim
Bende bir şey bulamadım Turgut usta
Üzüldüğüme ve yorulduğuma karşı
Karar verdim sonunda, kapıyı vurdum çıktım
Koltuğumun altına aldım çalışmayan başımı
Nereye gittiysem hep aynı
Bir çığırtkan baskı, bir kuru çarşı.

Dünya kuyuya atılmış taş, bende bulmaya çalışan
Onu aramaktan çok deliye laf anlatmakla geçti zaman...

Fatih Balcıoğlu

Dil ve Edebiyat Dergisi Ekim sayısından alınmıştır...

26 Eylül 2014 Cuma

TRAVERTENDEN ÇIKAN BÖĞÜRTÜLER - FATİH BALCIOĞLU

1.
Göl maya tuttuğunda hepimiz iyi kişiler olacağız
Uyanmayacak çocuklar, top mermisinin sesiyle
Askerler üniformasını boğacak
Bebekler doyacak anne sütüne
İmdatlar geçmişten bir haber olarak karışacak gökyüzüne.

2.
Ama

3.
Göl maya tutmuyor kardeşim

Baltalar çıkartılmış bal dudaklar arasından
Kapının cereyanındaki hiddeti kimse duymuyor
Hangi aklın kabûlüdür bu savaşlar?
Ana kucağındaki bebekler susmuyor
Ölülerin yandığı ateş yaşatıyor gündüzü
Çığlıklar on katlı binalara çarpıyor
Cebindeki bozukluklukları atarak son model arabasıyla
Uzaklaşan beyefendinin, vicdanı rahat
Dünyayı kurtardığını sanıyor.

İnsanların düşman olduğu düşüncesi yalandır diyorum
Adam yalan ne demek, onu bilmiyor.

4.
İnsanlık ölüyor
Cenaze namazının yerini kimse bilmiyor.

Fatih Balcıoğlu (Patrona Holi)

Bu şiir Dil ve Edebiyat dergisinin Eylül sayısından alınmıştır.

17 Eylül 2014 Çarşamba

DEMİRYOLU ÇOCUKLARI - FATİH BALCIOĞLU


Canı yanmaz demiryolu çocuklarının
Kesme şeker verip üstüne yük atamazsın
Ahır dolusu servetin varsa
O parayla kaydıraktan başka bir şey yaptıramazsın
Ocak biter aralık gelir günleri saydıramazsın

Bende bir demiryolu çocuğuyum
Defterimiz vagonlar, tenefüsümüz lokomotif çanları
Çalılar kamuflajımız, tek hırsızlığımız komşunun ağaçtaki kirazı

Muhtarsız bir dünya kuracağım büyüyünce
Gelen muhtar babamı mevsimlik işçi diye gönderemeyecek
Babam da gitmek istiyor, o da haklı kendince
Bir kadın,yedi çocuk.. Topraklar nadasta.
İnek sütten kesildi, tek servetimiz hasta.

Abim olaydı, böyle mi olurdu?
Bir serserinin kurşunu, karga tulumba hastane.
Gör de inanma, daha dün kaşık kavgası ettiğim abim
Beyazlar içinde..

Bende aynı asittenim, aynı şekerdenim
Bak annemiz, babamız aynı
Allah aşkına onun yerine beni alın
Sonra babama kim yardım eder dedim hocaya
Hoca dedi ki: '' Ölenle ölünmez,sonra gücenir Yaradan''
Yeminler olsun bu feryat figan isyandan değildir
Vefasızlıktaki yaradan..

Fatih BALCIOĞLU

Dil ve Edebiyat Dergisi Ağustos sayısından alıntıdır..

Yaşamını İntihar ile Sonlandıran 15 Edebi Şahsiyet

Hayata ve insana dair ayrıntıları yazıya dökme bir tasvir yeteneğinin yanı sıra belirli bir inceliği de gerektirir. Bu incelik, çoğu zaman kopuşları ve hayata dair hayal kırıklıklarını beraberinde getirir.
II. Dünya Savaşı gibi büyük toplumsal felaketlerden, insana dair umutsuzluklardan, mesleki başarısızlıklardan, aşk acılarından “ruhları yaralanan” ve intiharı seçen 15 edebi şahsiyet ve yürek burkan kısa öykülerini sizin için derledik.

Türk Edebiyatının Arka Sokak Çocuğu: Metin Kaçan (1961-2013)

metin - kacan-listelist
Mizah dergilerinde başladığı yazarlık serüvenini 1995 yılında Can Yayınları’ndan çıkan Ağır Roman ile ölümsüzleştiren Metin Kaçan, doğup büyüdüğü İstanbul’un arka sokaklarının kültürüne dair betimlemeleriyle Türk Edebiyatı’nda yer edindi. Mustafa Altıoklar tarafından filme de aktarılan Ağır Roman’da İstanbul’un arka sokaklarındaki suç kültürünü, argoyu ve “yaşamın kıyısındakilerin” kentte varoluş biçimlerini başarıyla yazıya döktü. 1996 yılında bir tecavüz olayı yüzünden tutuklanan ve hüküm giyen Kaçan, toplumdan çekildi ve yazarlık serüveninden koptu. 6 Ocak 2013 tarihinde bindiği taksiyi Boğaziçi Köprüsü’nde durdurarak intihar eden Kaçan’ın cesedi 16 gün sonra Beylikdüzü sahilinde bulundu.

Yazamamanın Getirdiği Ölüm Hali: Virginia Woolf (1882-1941)

Virginia -  Woolf_ listelist
Başta “bilinç akışı” tekniği olmak üzere roman türüne yaptığı özgün katkıların yanı sıra eleştirmen kimliğiyle de tanınan Virgina Woolf, İngiliz Edebiyatı’nın en önemli isimleri arasında yer alıyor. Üretken ve yenilikçi bir yazar olarak Mrs. Dalloway, Deniz Feneri, Orlando, Jacob’un Odası, Dalgalar romanlarının da olduğu çok sayıda çalışmaya imza atan Woolf, II. Dünya Savaşı’nın yarattığı kasvet, üretkenlik yoksunluğu gibi nedenlerle ruhsal bunalıma girdi ve 28 Mart 1941’de Ouse Nehri’ne ceplerine taş doldurarak atlayarak ve intihar etti.
Kocası Leonard Woolf’a bıraktığı intihar mektubunda ruh halini şu şekilde tasvir etti: “Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. O korkunç günleri yeniden yaşayamayacağımı hissediyorum. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum.”

Ölüm Korkusuna Yenilmek: Cesare Pavese (1908-1950)

Cesare Pavese_listelist
Kadınlarla olan sorunlu ilişkisi ve ölüm saplantısı ile tanınan Pavese, yazarlık serüveni boyunca şiir ve romanın yanı sıra Amerikan Edebiyatı’ndan İtalyancaya yaptığı çevirilerle adından söz ettirdi. Mussolini iktidarına karşı yazıları nedeniyle hapis yatan Pavese, 1950 yılında günlüğüne “Artık sabahı da kaplıyor acı” diye not düşerek Torino’daki bir otel odasında çok sayıda uyku hapı içerek yaşamına son verdi.

Dostuna Elveda Ederek Ölüm: Sergei Yesenin (1895-1925)

Sergei Yesenin_listelist
Mayakovski’nin izinden giderek 1917 Ekim Devrimi’nin ateşli savunucuları arasında yer alan Yesenin, Ekim Devrimi ardından rejime yönelik eleştirileri nedeniyle sansüre uğradı. İçkiye olan bağımlılığı ve kadınlarla olan sorunlu ilişkisi nedeniyle psikiyatri tedavisi görmek için bir aylığına akıl hastanesinde kaldı. Noel için hastaneden çıkarılan Yesenin, 27 Aralık 1925’te Moskova’daki İngiltere Oteli’nde odasında kendini asarak intihar etti. Cesedinin yanında, intiharından bir gün önce bileklerini kesip kendi kanıyla Mayakovski’ye yazdığı veda şiiri bulundu:
Elveda Dostum Elveda
Elveda sevgili dostum, elveda,
Sen kökleri içimde uzanan.
Ayrılık yazılmış alnımıza
İlerde gene karşılaşırız inan.
Elveda dostum, el sıkışmadan
Sessizce. Ne keder, ne tasa gerek:
Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada
Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.

Devrim Yorgunu Bir Şair: Vladimir Vladimiroviç Mayakovski (1893-1930)

Mayakovski_listelist
1917 Ekim Devrimi’nin şairi olarak tanınan Mayakovski, Rus Devrimi’nin sanat alanındaki yansıması olan “Futurizm Akımı”nın öncüllerindendir. Nazım Hikmet’in şiirine de önemli izler bırakan Mayokovski, insanların devrim idealleri karşısındaki inançsızlığı ve umutsuz aşkları nedeniyle 14 Nisan 1930’da Moskova’da intihar etmiştir.
Ölümünün ardından şairin ceketinden çıkan son mektupta şunlar yazmaktadır:
Hepinize!..
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedi-
kodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil
bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem),
ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı.

Fars Topraklarında Kafka Haleti Ruhiyesi: Sâdık Hidâyet (1903-1951)

Sadik Hidayet-listelist
İran Edebiyatı’nın “Kafka”sı olarak tanınan Sadık Hidayet, başta Kör Baykuş olmak üzere düz yazı ve kısa hikâyeleriyle tanınır. Yazarlık serüveni boyunca gerek şah yönetimi gerekse Şii ulema tarafından pek sevilmeyen Hidayet’in eserlerinde melankoli, umutsuzluk ve mistisizm hakimdir. Yazar, 23 yıl önce ilk intihar denemesini gerçekleştirdiği Paris’te, 9 Nisan 1951’de yaşadığı dairede havagazını açarak yaşamına son vermiştir.

Savaşın Getirdiği Karamsarlık ve Ölüm: Stefan Zweig (1881-1942)

Stefan Zweig Lying Dead
Unutulmaz biyografilerin yazarı olan tanınan Stefan Zweig, hümanist, savaş karşıtı düşünceleriyle II. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da adından söz ettirmişti. Zweig, gerek Yahudi kimliği gerekse düşünceleri nedeniyle 1930’lu yılların ikinci yarısından itibaren Nazi rejiminin hedeflerinden biri oldu. II. Dünya Savaşı sırasında konferans vermek için gittiği Brezilya’ya yerleşen Zweig; Virginia Woolf, Walter Benjamin gibi II. Dünya Savaşı’nın yarattığı umutsuzluk ortamından etkilenerek 22 Şubat 1942’de Rio de Janeiro’da, karısı Lotte ile birlikte intihar ederek hayatına son verdi.

Samurayların İzinde: Yukio Mishima (1925-1970)

Yukio Mishima-listelist
“Denizi Yitiren Denizci”, “Dalgaların Sesi” gibi eserleri ile dünya çapında üne kavuşan Yukio Mishima, samuray kökenli ailesinin aristokratik yaşam tarzından fazlasıyla etkilendi. Yazar, tiyatro oyunundan romana çok farklı alanlarda eser üretmenin yanı sıra Kalkan Örgütü (Tatenokai) adlı bir milliyetçi örgütün liderliğini yaptı. Mishima, 25 Kasım 1970’de dört Kalkan Örgütü üyesi ile birlikte Japon Ordusu’na ait Tokyo’daki Ichigaya Kampını ziyaret etmiş, komutanı rehin aldıktan sonra imparatorluğun haklarının yeniden tesis edilmesi için hazırladıkları manifestoyu ve taleplerini okuduktan sonra seppuku (geleneksel Japon intihar biçimi) yaparak intihar etmiştir.

Auschwitz’ten Yaralı Bir Yürek: Primo Levi (1919-1987)

Primo Levi-listelist
Yahudi asıllı İtalyan yazar Primo Levi’nın eserleri, II. Dünya Savaşı sırasında anti-faşist mücadeleye katılması ardından esir düşmesinin ve Auschwitz Toplama Kampı’nda yaşadığı tutsaklık günlerinin izlerini taşır. Yazarın en önemli kitabı olan “Bunlar da mı insan?”da Levi, Auschwitz’te yaşadıklarını ve “eve dönüş” hikâyesini anlatır. Savaşta yaşadıklarının ardından Tanrı inancını kaybettiğini belirten Levi, 11 Nisan 1987’de 68 yaşında evinin merdiven boşluğuna kendini bırakarak intihar eder.

22’sinde “Delikanlı” Bir Ölüm: Kaan İnce (1970-1992)

kaan-ince -1-listelist
Yukarıdaki fotoğraf Kaan İnce’nin bilinmeyen fotoğraflarının bulunduğu Nizamettin Uğur arşivinden ListeList okuyucusu Can Binali Aydın aracılığıyla tarafımıza ulaştırılmıştır. Nizamettin Bey, İnce’nin edebiyat öğretmenidir. Fotoğraf arşivden ilk önce üç ayda bir çıkarılan edebiyat dergisi “Gülali”de kullanılmak üzere alınmıştır.
22 yıllık kısa yaşamında çok güçlü şiirlere imza atan Kaan İnce, 11 Ağustos 1992 tarihinde, saat 05.00’de Kadıköy Ümit Oteli’ndeki odasından atlayarak yaşamına son verdi. Ölümünün ardından arkadaşları tarafından anısını yaşatmak adına İzlek Yayınevi kurulan İnce, bir şiirinde ölümü şöyle anlattı:
“…
ve ben güzün ağlayacağım
sulara çekileceğim dönerken balıkçılar
yakamoz göreceğim dümensiz simsiyah gözleri
öleceğim
ve ben
…”

Annesinin Kaderinden Kaçan Yazar: Beşir Fuat (1852-1887)

Besir Fuat-listelist
Askerlik kariyerini yarıda bırakarak düşünce dünyasına atılan Beşir Fuat, geç Osmanlı düşünce dünyasının önemli simalarından biridir. Namık Kemal gibi döneminin önemli aydınlarıyla sert polemiklere giren Fuat, Osmanlı’da pozivitizm ve materyalizmin tanıtılmasına önemli katkılarda bulundu. Sinir hastalıklarından mustarip annesinin kaderini paylaşmak istemeyen Fuat, bileklerini keserek intihar etmekle kalmamış, ölümü sırasında hissetiklerini yazıya dökerek tasvir etmiştir.

Sıkıştırılmışlığın Getirdiği Ölüm: Walter Benjamin (1892-1940)

Walter Benjamin_listelist
20. yüzyılın en önemli düşünce akımlarından Frankfurt Okulu’nun temsilcileri arasında yer alan Walter Benjamin, Marksist kültür anlayışının yanı sıra Yahudi kökenleri nedeniyle Nazi Rejimi’nin hedefi olmuştur. Naziler tarafından Paris’e sürgün edilen Benjamin, Almanların Fransa’yı işgal etmesi ardından Gestopu’nun Paris’teki evini basması üzerine 1940’da İspanya’nın Fransa sınırındaki Portbou kentine kaçmış, burada polis tarafından Gestapo’ya teslim edileceğini öğrenince aşırı derecede morfin alarak yaşamını sona erdirmiştir.

30 Yaşında Genç Bir Ölüm: Sylvia Plath (1932-1963)

Sylvia Plath-listelist
Eserleri feminist klasikler arasında gösterilen Sylvia Plath, yazarlık serüveni boyunca, ileri derecede manik depresif rahatsızlıktan mustarip oldu. Ünlü İngiliz şair Ted Hughes ile yaptığı fırtınalı evliliğin son dönemlerinde 30 yaşındayken yaşamına son veren Plath’ın, Türkçesi Can Yayınları tarafından yayımlanan Sırça Fanus adlı eseri rahatsızlığının izlerini taşıyan yarı-otobiyografik bir eser özelliğine sahiptir.

Sylvia Plath’ın İzinde: Nilgün Marmara (1958-1987)

nilgun Marmara_listelist
Ölümünün ardından arkadaşları tarafından yayımlanan Daktiloya Çekilmiş Şiirler kitabıyla tanınan Nilgün Marmara, İngiliz Dili ve Edebiyatı eğitimi aldığı Boğaziçi Üniversitesi’nde bitirme tezini Sylvia Plath üzerine yazdı. Şair, 30 yaşında intihar eden Plath’ın yolundan giderek 29 yaşında intihar etti.

Yaşamın Ucuna Yolculuk Eden Yazar: Tezer Özlü (1943-1986)

tezerozlu-listelist
Kafka ve Pavese’in izlerini taşıyan eserlerinde genellikle varoluş ve yabancılaşma temalarını işleyen Özlü, Türkiye ve yurt dışındaki yaşamında çeşitli defalar intiharı denemiş ve psikiyatrik tedavi görmüştür. Göğüs kanseri nedeniyle yaşama veda eden Özlü, intiharın kıyısında dolaşan ruh hali ile bilinir. Özlü, bu özeliğini kitaplarına da taşıdığı için bu listede yer almaktadır.
“Yaşamın Ucuna Yolculuk” adlı romanında şöyle der: “Bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. İnemiyorum. Yaşayamıyorum. Ölemiyorum.”

Alıntı: http://listelist.com/intihar-edebi-sahsiyet/

13 Eylül 2014 Cumartesi

ASKERİ YÖNETİM GELENEĞİNDEN SİVİL YÖNETİM GELENEĞİNE TÜRK SİYASET GELENEĞİ-SALİH SÖZCÜ





Dün,12 Eylüldü. Türkiye için önemli bir dönüm noktasının,bir askeri darbenin yıl dönümüydü. 12 Eylül,başta gençler olmak üzere Türkiye’ye çok şey kaybettirdi. Bir nesil adeta çöpe atıldı.

Ama benim burada bahsetmek istediğim bu değil. Zaten bu konu hakkında yapılmış birçok çalışma,yazılmış birçok yazı var. Bu konuda en son olarak yerel bir gazete olan Batı Antalya gazetesinde Halil Kaya’nın yazısını okudum.

Ben biraz daha geriye hatta çok geriye gideceğim. Türkler,tarihlerinin başından beri darbelere askeri olaylara alışık bir millettir. Hatta bu topraklarda insanlarla beraber darbelere alışmış birçok darbeye şahit olmuştur.

Bilinen Türk tarihi askeri darbeyle başlamış oluyordu.Bilinen en eski hükümdarlarından en önemli kahramanlarından Mete Han, babası Teoman’a darbe yapmış, onu tahttan indirmiş ve öldürmüştür. Bu çok önemli bir dönüm noktası olmuş, Türkler adeta Çin’in üzerine karabulut gibi çökmüştür. İslamiyet öncesi hakkında fazla bilgimiz olmadığı için bize kaynakların ulaştırdığı kadarıyla en önemli ve başarılı askeri darbe olarak bunu görüyoruz.

İslamiyet sonrasında yapılan darbeler ve darbe teşebbüsleri hakkında kaynakların artması dolayısıyla daha çok bilgi sahibi olma şansımız var. Bunların en önemlilerinden birisi Büyük Selçuklular döneminde olan İbrahim Yınal ayaklanması. Bilmeyenler için kısa bir şekilde İbrahim Yınal'dan bahsedeyim. İbrahim Yınal, Tuğrul Beyle anne bir baba ayrı kardeşler. Aynı zamanda Selçukluların en değerli komutanlarından birisi. Batıda Gürcülere karşı faaliyetlerde bulundu. Fakat üç kere darbe teşebbüsünde bulundu. İkisinde Tuğrul Bey tarafından affedildi,sonuncusunda yay kirişiyle boğularak öldürüldü.


Selçuklu tarihinde dahada ilginç olan bir darbe girişimiyse bir kadına, Terken Hatun’a isnad edilen darbedir. Terken Hatun ise Sultan Melikşah’ın eşidir. Birlikte şehri kuşatmak için Bağdat’a gitmişler, on gün Bağdat'ta kalmışlardır. Fakat Sultan Melikşah, dokuzuncu gün yediği etten zehirlenerek ölmüş, diğer kaynaklar açıkça söylemesede Urfalı Mateos’a göre Terken Hatun beş yaşındaki oğlu Mahmud’u tahta geçirmek için Melikşah’ı yani kocasını zehirlemiştir.. Her ne kadar böyle bir idda ve isnad olsa da, muhakkak Terken Hatun'un bu işe kalkışmayacağı aşikardır.


Şimdi coğrafyamızı değiştiriyoruz ve Orta Asya’dan Mısır’a gidiyoruz. Türk tarihinde sadece erkekler değil, aynı zamanda bir kadın da darbeyle tahta geçmiştir. Eyyübiler'in son dönemindeki karışıklıkta memlükler yani askerler tarafından öldürülen son Eyyübi hükümdarı Turan Şah'tan sonra yine memlükler tarafından tahta çıkarılan Şecerüddür isimli bir kadın. Bu kadında askerler gibi Türk kökenlidir. Bu darbenin en önemli tarafı, ne daha öncede ne o devirde ne batıda nede doğuda hiçbir kadın tahta geçmiş değildi. Bu, İslam dünyası için alışık olunmayan bir durumdu ve çok büyük bir tepki toplamıştı. Bu tepkinin en net örneği, tarihçi Makrizi tarafından rivayet edilen Halifenin mektubuydu. Mektupta halife, ‘’ orada erkek kalmadıysa ben buradan erkek göndereyim’’ diye çok ağır bir tepki gösterilmişti. Bunun üzerine Şecerüddür yine Türk kökenli bir komutan olan Aybek et-Türkmani ile evlenmişti. Şecerüddür’ün saltanatı sadece 90 gün sürmüştü. Aybek ise Memlük devletini teşkil etmişti.


Türk tarihinin en uzun hüküm süren devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti dahi daha kurulmadan aile içinde kan dökülmesine bir darbeye şahit olmuştu. Neşri’ye göre, Osman Gazi amcası Dündar Beyle aşiretin başına kimin geçeceği konusunda birbirlerine zıt düşmüşler, Osman Gazi amcasını okla vurarak öldürmüş ve aşiretin başına geçmişti. Daha devlet kurulmadan aile içinde ilk kanda dökülmüş oluyordu.

600 yıllık Osmanlı tarihi içerisinde 36 padişahtan 12 tanesi isyan veya darbelerle tahtını kaybetmiş, kaybetmekle kalmayıp Genç Osman gibi çok feci bir şekilde canından olan padişahlar olmuş,V. Murat gibi akıl sağlığı yerinde olmayan şehzadeler tahta geçmiştir.

Hatta öyleki Fatih’e bile askeri isyan olmuştu! Fatihten sonra hemen hemen her padişah ya bir darbe yada askeri bir isyania karşılaşmıştır. Osmanlı tarihinde başarıya ulaşan darbeler olduğu gibi başarısızlıkla sonuçlanan girişimlerde olmuştur.

İlk isyan olması dolayısıyla Buçuktepe İsyanı önemlidir. Fatih’e karşı yapılmış ve asker istediğini elde etmiştir. İlk başarılı darbe girişimi Yavuz Sultan Selim’in babası II. Bayezid’e karşı yaptığı girişimdir. Başarılı bir operasyonla tahtı ele geçirmiş, sekiz sene tahtta kalmıştır.


Son iki darbe girişimide etkili olmuştur. Bunlardan birisi, 30 Mayıs 1876 darbesiyle Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, diğeri Babıali baskınıyla Kamil Paşa hükümetinin düşürülüp İttihat Terakkinin yönetime gelmesidir.

Pek bilinmeyen başarısız bir teşebbüs ise Kuleli Vakası diye bilinen 1859 yılında Sultan Abdülmecid’e karşı yapılan darbe girişimidir. Bu teşebbüste askerle beraber ilmiye sınıfıda vardı. Yakalanan müteşebbisler cezalandırılmıştı.

Aslında bu konu üzerinde daha bir çok şey yazılıp çizilebilir konuşulabilir. Fakat bunların hepsini sığdırmak mümkün olmayacağı için kısaca sizleri sıkmadan sizleri bilgiye çok boğmadan belli başlı etkili etkisiz birçok darbeden söz etmek istedim. Umarım zevk alarak okumuşsunuzdur.

Son söz olarak ; Günümüze gelindiğinde, artık son on yılda askerin kendi işiyle uğraşması siyasetin askerin işi olmadığı vurgulanmış ve askerin siyasete müdahil olması başarılı bir şekilde engellenmiş, Türk siyaset geleneğinde radikal bir şekilde askeri yönetim sistemi yerini sivil yönetime bırakmıştır.




Mutlu haftasonları dilerim. Diğer yazılarda buluşmak dileğiyle.


Salih SÖZCÜ