13 Ağustos 2014 Çarşamba

Celal'in Yeri - Akife Kurt


Fısıltıydı duyduğuydu ya da bir ağacın geceye vuran hışırtısı. Yapraksız ve yeşilsizdi. Ceketi sadakatine koyuverdi ve fırladı. Ayakkabıları ökçesine dokundurmalı mıydı? Hatırlamıyordum. Sadece bu kadar uzatmadan bir cümlelik işi hal ve hareketleri yıkmıştık üçümüz de. “Evden çıktı.” Yetişmesi gereken toplantı ve çok ünlü bir markanın ününe sığdırılmış sıradan çaycını ellerinden dökülen bir fincan kahvesi soğumuş ve dakikaları bekliyordu. “Tik ve tak.” Aceleyle girilmiş yığın dosya vücutlar selamladı ve bir de kahve. Dudak oynatmaksızın selamı hüzünlendirdi. Ceketini düğümledi, sığmayan göbeğine kızdı ve sakladı; son zamanlarda annesinden kalan buzluklaşmış ve ısıtmaya her an meyilli o poğaçalara sığınmamalıydı. Sahi suç sadece poğaçaların mıydı? Asla! Cemal’in gece ciğerleri vazgeçilmezdi aç zamanlarının. Her neyse göbeğiyle daha sonra hesaplaşabilirdi kanımca. Ama bırakmadı; masada her hareketinde suyu dalgalanan kahveden intikamını aldı ve bağırmadı “ Değiştirin şunu, soğumuş bu” Oldukça ahenkli bir cümleydi. Peki kız arkadaşına yazdığı mektuplar niçin bu kadar uyumlu olmuyordu? Halbuki kadınlar böyle şeyleri pek severdi. O halde akşam yapması gereken bir telefon kulübesi bulup bu kafiyeyi Gizem’e fısıldamaktı. Bütün bunları düşünmek birinci tekil kişiyi yormuş olmalıydı ki; sabah, kravatı hanımı tarafından bağlanmış herhangi bir kişi seslendi “Beyefendi, dosya!” Yeteneksizliğini haykırırcasına vurmamalıydı işverenin yüzüne. Şimdilik affetti işveren.
Hay Allah! Tam da Gizem’e doğaçlama söylenecek kafiyeli şiirin ilk cümlesini tamamlamışken oldu ve bitti her şey. İmzaları, kaşeleri doğurdu elleri ve tik taklardan bir parçayı daha söyledi baş döndüren sandalyenin gıcırtısına. Bu, gece yapraklarının ürküttüğü akasyanın esintisiyle sarhoş olan melodiden daha tehlikeliydi.
Mesai saatleri bir takım elbisenin içine sığmıyordu. Pencereleri gözleyen biri değildi de. Ancak bu akşam ofisten çıkar çıkmaz bir yağmur onu yakalasa da paltosuna sığınsa dedi ikinci kişi. Çünkü beklemeler hep bu hale yakışıyor. Öbür türlü bedenini parkta belediyeye ait banka yatırmak istemiyordu. Şayet böyle yaparsa senaryoyu değiştirmek zorunda kalacaktı üçüncü kişi. Silinmekten yorulmuş olmalıydı mermerler; ancak yıkanacak yağmuru bulunca birinci tekili çağırdı evine uğurlamak üzere. Aşağı indi ağır bedenine yolu göstererek. Bu hızla giderse buzluktaki poğaçalar donacak ve tost makinesinde ısıtması zor olacaktı. Donmasınlar diye hızlandı ve cebinde kalan bozuklardan birkaçını elleri arasında sıkıştırdı ve şoföre babacan bir eda ile “Bir kişi yeğenim!” dedi. “Yeğenim” mi dedin bakışları gencin hoşuna gitmiş olmalı ki beş kuruşu hiç çekinmeden “para üstü” diye verdi. Arabadaki bütün yolcu bu duruma darılmış, araba Küçük Hamam esnaflarıyla doluvermişti. Burunlar cama ıslatmıştı kendini, ıslak bir akşamda. Akşam buharlaştı nefes alışverişiyle birlikte. Bugünün özel insanıydı birinci tekil kişi.
Müsait bir yerde indi. Evine yaklaşırken anahtarları yokladı ceplerinde. Anahtar kavramına duyduğu zaafı eve saklamasına rağmen bulunamaması bir telaşa neden oldu. Kayboluşu hatırlattı. Her şeyi kabul edebilirdi; fakat “Poğaçalar” dedi ve senaryoya davet çıkaran belediyeye ait bankın misafiriydi gece deminde. Rengini yitirmiş ceketinin buz mavisi düğmelerini yok sayarak Celal’i karşıladı.
ÂKİFE KURT