28 Temmuz 2013 Pazar

25 Temmuz 2013 Perşembe

MİRASYEDİ - MUHAMMED HAN GÜL



Yine aynı kafe, masada biralar, ellerimizde sigaralar arkadaşlarla takılıyorduk her akşam olduğu gibi. Arkadaşlarla takıldıktan sonra eve dönüyordum hayatımın başıma yıkılacağı o sahneyi göreceğimden habersiz. Evet, hayatımın başıma yıkılacağı sahne diyorum çünkü ailemdeki tek insan olan dedem kalp krizi geçirmiş ve dünyaya gözlerini yummuştu.

Kendimi bildim bileli dedemle beraber Eskişehir’de yaşıyorduk. Annem , beni doğururken, babamsa işten eve dönerken bir tinercinin kalbine sapladığı bıçak yüzünden hayatlarını kaybetmişler. Babam öldüğünde ben 3 yaşındaymışım. Şimdi de ben 20 yaşındayken dedem gitti. Geride 60.000 liralık mirası kaldı.

Dedeme karşı son vazifemi yerine getirmek üzere kendisini toprağa defnettikten sonra mirası alabilmek için gerekli işlemleri hallettim. Artık 60.000 lira benimdi. İyi de bu kadar parayla ne yapabilirdimki? Daha önce “ Şu kadar param olsa şunu yapardım” gibi bir düşünce üzerinde de durmamıştım. Gördüğüm ilk taksiyi çevirdim :

_ İstanbul’ a sür abi. _ Çok tutar abim.

_ Ne kadara götürürsün?

_ 1000 lira.

_ Buyur abi.

İnsanlar, ellerindekinin büyüklüğüne veya küçüklüğüne göre isteklerine karar verirler. Elindekilerle yapabileceklerinin ne olduğunun farkında olan insan, normal insandır. Elindekinin küçüklüğüne rağmen daha büyük şeyler elde etmek için çalışan insan, azimli ve idealisttir. Elindekinin küçüklüğüne rağmen çalışmayıp daha büyük şeyler elde etmek isteyense tembel, hazırcı ve hayalperest olmaktan öteye gidemez.

İstanbul’a geldim ve bir otel ayarladım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece bu parayı yemek istiyordum. İlk gün odamdan dışarı bile çıkmadım. İkinci gün dışarı çıkmaya karar verdim. Bir AVM’ye girdim ve kendime kıyafetler aldım. En pahalı kıyafetleri alıyordum. Dedim ya, sadece yemek istiyordum. Alışverişi tamamladıktan sonra taksiyle otele döndüm. Yeni giysilerimi giyinip yemeğe indim. Garsondan bir gece kulübünün yerini öğrendikten sonra garsona 200 lira bahşiş bıraktım.

Taksiyle gece kulübünün yolunu tuttum. Mekana geçince bir viski aldım ve etrafı kesmeye başladım. Güzel bir bayanla uzun süre kesiştikten sonra tanışmak için yanına gittim. Tanıştık, adı Semra’ymış. 21 yaşında gayet güzel bir bayan… uzun bir muhabbetten sonra Semra’nın evine gittik. O gece birlikte olduk. Beni o kadar etkilemişti ki ayrılmak istemedim. Birkaç gün daha kalmak için onu ikna ettim. Tek taş pırlanta yüzük, kolyeler, bilezikler, mücevherler hediye ettim. İstanbul’un en gözde mekanlarında oturup kalktık falan filan. Çok güzel bir hafta geçirdik. İkimiz için de durum böyleydi. Elimde olsa onunla biraz daha kalırdım ama elimde avucumda bir şey kalmamıştı. Bu macerayı yine taksiyle bitirmek istemiştim. Hemen bir taksi çevirdim:

_ Eskişehir’e ne kadara götürürsün?

_ 1000 lira.

_ Tamam abi gidelim.

Yavşaklar sanki anlaşmış gibiydi. İkisi de aynı fiyatı çekmişti. Eskişehir’e döndüğümde cebimde sadece 7 lira kalmıştı. Kendi ayaklarımın üzerinde durmak zorundaydım artık. Benim için yeni bir başlangıç olacaktı. Sıfırdan!

Yuvaya dönmüştüm tekrar. Önce eve uğradım. Sonra Halil’in - en yakın arkadaşımın – yanına uğradım. Beni gördüğüne çok sevinmişti. Başımdan geçenleri tek tek anlattım. Yalnız biraz tepkiliydi :

_ Ne yani, koca mirası yedin mi? Hem de kim olduğunu bilmediğin bir fahişeyle.

_ Evet. Sadece harcamak istedim. O zaman elimde 60.000 vardı. Ben de yapabileceklerimden yapmak istediklerimi yaptım. Şimdi ise 7 lira var ve sigara almak istiyorum. 50 kuruş at da bir Winston alayım. Başım çatlıyor.

Halil, bana 50 kuruşu uzatırken ağzından dökülen kelimeler şunlar oldu :

_ Senin ben geçmişine sokayım!


MUHAMMED HAN GÜL

23 Temmuz 2013 Salı

SEZAİ KARAKOÇ'U ANLAMAK - MURAT SOYAK


“Kendi uygarlığımız
Yenilememiz gereken
Ve diriltmemiz
Kopyadan taklitten dönmek
Ölümden dönmekten daha zor ama
Varolmanın tek şartı
Kaderin kaderle çarpışması
Kaderin kaderi ertelemesi
Kaderin kaderi yenmesi
Yeniden varolmanın sırrı
Dirilmek ve diriltmek görevi
Ölümün çürütemediği güzellik
Ben o güzelliği söylüyorum
Ben o güzelliği söylüyorum
Ölümün ötesindeki güzellik”

Sezai Karakoç ( ‘Gün Doğmadan’ , s.678 )

Aşk ile yoğrulmuş, şiirle kanatlanmış, derviş sabrı ile kök salmış bir düşünce sisteminin mimarıdır Sezai Karakoç. Bütün eserlerinde bir şarkıyı terennüm eder. Aramızda izzetli, erdemli bir şahsiyet olarak bulunuyor. Eğilip bükülmeden, yiğitçe bir duruşla seslenir insanlığa. Sınırların ötesindedir. Düşüncesinde sınır taşlarını, dikenli telleri aşıp birlik denizine ulaşır. Başlayan ve devam eden kutlu bir çağrıdır. Bu çağrı, yitik cenneti, zamana adanmış sözlerle, hızırla kırk saatle, kıyamet aşısıyla yeniden bulabilme çağrısıdır.

Mütefekkir Sezai Karakoç

Sezai Karakoç'un mütefekkir vasfını özellikle vurgulamak gerekiyor. Sezai Karakoç'un adı ‘Diriliş’düşüncesi ile anılır. ‘Diriliş’ kavramı Sezai Karakoç'un eserlerinde derin anlamlar taşır.

Belli bir süreç dahilinde aşama aşama kendi düşünce sistemini kurmuştur. Kendi ifadesi ile: “Diriliş, aslında bir edebiyat akımından çok, bir hakikat akımıdır.” Eserlerinde sıkça tekrarlanır diriliş kavramı. Eserlerinde yer alan tanımlamalar: “Diriliş, bir ayrılışın, İslam'dan ayrılışın sona erişi; bir kavuşmanın, ona yeniden kavuşmanın başlayışıdır. Diriliş, bir düşüşten çıkış ve kurtuluştur. Acı deneylerden sonra, varoluşun gerçek anlam ve amacına dönüştür Diriliş"

İnanç temelinde ruhun yeniden inşâsı dile getirilir. Maveradan sesler taşıma işi. “Bu dünyayı, ne yapıp yapıp ‘Öteki Dünya’dan haberdar kılmalı. Onunla tanıştırmalı. Unutmuş olduğu o dünyayı ona hatırlatmalı. Cennete doğru uzatmalı onu.”

İnsan ve iman arasındaki ilgiyi, bağı kavi kılma çabası bu: “Diriliş, ruhlarda kapanmış bir kapıyı açmak ülküsüdür”

Sezai Karakoç son devir düşünce tarihimizde eserleri ile zirve isimdir. Sanatının arka planında köklü bir ‘medeniyet’ duyarlılığı vardır. ‘Medeniyet’ kavramını şöyle tanımlar: “Medeniyet, bir topluluğun maddi ve manevi alanlarına, edebiyat, güzel sanatlar, fikir ve felsefe, müsbet bilgiler, teknik ve ahlâk alanlarına, aynı yönü, aynı neşeyi, aynı hüznü, aynı hızı, aynı ölülüğü, diriliği, aynı motifleri aynı dozlarla veren ruhî güçtür.” Sezai Karakoç duygu ve düşüncenin bir terkip halinde olmasını ve böylelikle uyanışın, dirilişin gerçekleşeceğini savunur.

Diriliş: “Yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden duymaktır.” İlhamını İslam dininden alan ve ‘medeniyet’ bilinci ile yeniden var olmayı, dirilmeyi amaçlayan; İslam'ın aydınlığında hayatı, insanı, kavramları, kurumları, olup bitenleri sorgulayan, tanımlayan ve çözümler üreten bir düşünce sistemidir ‘diriliş’.

Şair Sezai Karakoç

Sezai Karakoç şiiri şöyle tanımlar: “Şiir, hakikatın, doğa ve tarih içinde atan nabzı, çarpan yüreğidir.”

Sezai Karakoç, klasik şiirimizin iyi okunmasını, bilinmesini ister. Yalnız eskinin aynı şekil ve üslûp ile devam etmesinden ziyade değişen, yeni anlatım imkânları bulan çalışmaları tercih eder. “Asıl gerekli olan, eski şiirimizin ruhunun, algılamasının, şiire bakışının yeniden dirilişiydi. Biçimlerin ve mazmunların aynen alınışı, kullanılışı değil, onların bugünkü şartlarda doğurması gereken şekilleri. Yani, şiir, arûzla olmak zorunda değil, ama arûz ruhu ve yankısından sesler getirmeli; gül, bülbül, şarap, saki, rakip gibi mazmunların kullanılması yenilenmeli, ayrıca çağımızda bunlara karşılık, yeni mazmunlar doğurmalı idi.”

Sezai Karakoç şiir geleneğimizi yeni bir hamle ile bugüne taşımanın gereği üzerinde durur. Bunun sağlanması noktasında iki husus üzerinde durur. Geleneğin iyi bilinmesi ve özgün bir söyleyişe ulaşılması. “Aslında, yeni olmak, ‘eski’nin sırrını bulmaktır” der.

“Şair, bir toplum için başlı başına bir devrimdir” diyen Sezai Karakoç edebiyat, sanat, edebî şahsiyetler, şiir ve şair üzerine düşüncelerini özellikle ‘Edebiyat Yazıları-I’, ‘Edebiyat Yazıları-II’ ve ‘Edebiyat Yazıları-III’ isimli eserlerinde ifade eder. “Şair nedir? Kelimedeki hayatı bulandır.” der. Şiir hakkındaki şu tespiti üzerinde özellikle durmak gerekiyor: “Şiirin gerisinde insan olmalıdır.”

Sezai Karakoç şaire ‘önder olma’ görevi yükler. "Şair, geleceği bugüne çeker. Bizden birkaç yüzyıl ilerde yürür” der. Şairin görevini hatırlatır: “Veliliği, önderliği, kahramanlığı, savaşçılığı, aşkı ve ölümü, millet adına, insanlık adına kelimeler için bir daha yaşamak borcundadır. O, yalnız milletin geçmişini değil, geleceğini de yüklenmiştir. Gelecek felaketleri sezip çığlık çığlığa haber vermek, halkı uyarmak, ona yön göstermek, bunu da kalplere ve ruhlara işleyecek bir güçle yapmak ödevindedir" der. Bu ifadelerden hareket edecek olursak şair, bir bayrak şahsiyettir.

Hemen her şiirinde hikmet ışığını görebilirsiniz. Sezai Karakoç'un şiiri bir yönüyle ‘hikemî şiir’dir. Bazı mısraları, mısra-ı berceste hükmündedir. Arif Ay'ın ifadesiyle Sezai Karakoç: "Hikmet burcunda bir şair / İnsan-ı kamil burcunda bir yazar"dır.

Sezai Karakoç’un ‘İkinci Yeni’ şairleri arasında gösterilmesi ilmî bir yaklaşım değildir. Zira Sezai Karakoç hem şiirinde işlediği konular hem de bağlandığı düşünce ile dönemin diğer şairlerinden ayrılır. Aynı dönemde şiir yazmış olmaları, aynı çizgi üzerinde yürüdükleri anlamına gelmez. Sezai Karakoç’un bu konu hakkındaki açıklamalarını öncelikle okumak gerek. “Sanat Görüşü, Şiirimiz, Akımlar, Toplum ve Şiir Hakkında” isimli yazısının giriş bölümünde ‘Sanat Tutumum’ alt başlığı altında bu husustaki düşüncelerini açık bir dille ifade eder: “Sanat tutumum, genel dünya görüşümün bir bölümünden başka bir şey değildir. Onu bir sesin, yeni bir sesin sırtına yüklemekten ibarettir. Benim şiirim, aşk, hürriyet, yaşayış ve ölüm gibi varolmanın dinamitlendiği noktalardaki trajik espriyi, irrasyonele ve absürde bulanmış(MUTLAK)ı zaptetmektir. Gittikçe şiirde bunu yapmak istiyor şiirim. Bunun için, başlangıçta sanat planımda görünüşte çok yakın bir noktadan çıktığım arkadaşlardan şiirim uzaklaşıyor. Ses ve biçim, motifler ve imajlarda, başlangıçta çok yakın olduğumuz şair arkadaşlardan gittikçe, o biçimi dolduran ve o sesi fırlatan varoluşu idrak farkı yüzünden ayrılıyorum. Kişilik farkından. Ya da baştan beri olan bu farklılık, gittikçe daha çok beliriyor”

Sezai Karakoç, şiirinin ‘İkinci Yeni’ ile ilgisi, ilişkisi konusunda ayrıca şu açıklamayı da yapmakta: "Benim 'İkinci Yeni' ile ilgim, aynı dönemde şiir yazmam ve belki biçim bakımından bazı ortak yanlarımın bulunmasından ibaretti."

Ahmet Kabaklı, ‘Türk Edebiyatı Tarihi’ isimli eserinde şu tespitlerde bulunur: "Şiir üslubu bakımından az çok 'İkinci Yeni'ye bağlanabilir olsa bile sanatında görülen temalar ve inandığı değerler bakımından şiirimizde daha ileri, yeni bir ses."

Yunus Emre, Mevlâna, Fûzûli, Şeyh Galip, Mehmet Âkif, Necip Fazıl çizgisinin günümüzdeki temsilcisi Sezai Karakoç'tur.

"Bir gün anlaşıldığında Sezai Karakoç, bizim dünyamızda anlaşıldığında çok şeyin değişmiş olacağını müjdeleyebilirim. Onun fikir ve duygu derinliğine, onun ufuk genişliğine ulaştığında bizim dünyamız." der Ahmet Taşgetiren.

Mütefekkir- şair Sezai Karakoç ile aynı devirde yaşamak dahi büyük bir bahtiyarlık. Eserleri yeniden okunmalı. Diriliş düşüncesinin mimarı, o güzel insana selâm olsun !..


Murat Soyak

DEVLETİN TEKELİ ÖZELLEŞTİ ŞİİRİN TEKELİ ÖZELLEŞMEDİ - RIFAT CANTEKİN


Şiirimiz -1

Bir kamyon dolusu şiir döküldü başıma. Kumarda kâğıt çalarken yakalanmış gibi utandım kendimden. Bir kamyon dolusu şiir sokaklardan aşağı akıyor akıyordu. Şiirin böyle akıp gitmesi hem de göz göre akıp gitmesi nasıl bir işti. Rajona tersti bunlar ağam.

Hem rajon herkesin elini öptüğü birşey değil miydi? Bunun kuralı böyleydi arslanım. El ayak öpecektin. Ellere bir sarıldın mı kimse alamayacaktı elinden. Dudakların öpe öpe kuruyacaktı. Ne biliyim işte durmadan yalayacak yalayacaktın.

Ah yine yürüdüm öylece çılgın bir at gibi yürüdüm yine. Tutun dedim elimden. Bak işte kayıp düşüyor öylece. Artislik yapmasını bana niye öğretmedin ah hocam.

Ya hocam nasıl artis olunur. Geçtim işte bilmediğim bir ülkeden. Ah nasıl artis olunur bir türlü öğrenemeden.

Ardında bir felsefesi bir davası olmayan mekanik sesler galerisinden geçtim.

Ellerinde bir mercekle şiirleri büyütüyorlar. Ellerinde bir mercekle şiirleri küçültüyorlardı. Kimisi kızdı kimisi oğlan. Ellerinde mercekler vardı. Ağam bir bak dedim bakmadı.

Ah kız bir kere bak dedim bakmadı. Söyle be akıllı kuşum senin derdin ne de hece hece dokudun egoizmi. Bunun neresi şiir allesen. Bunun adı şiir peki soyadı ne. Yoksa soyadı kanunu çıkmadan önce mi yazdın.

-Bak ben fakir bir şairim üstüme gelme.

Ya cüzdanın kadar mı itibarın ya bu mu kazanması bu kumarın. Kelimelerin izzeti nefsiyle mi oynamak şiir.

Kop hacı devir kopma devri diye facebook ta sayfa açmışlar. Ne bu ya. Orta anadoludan şöyle bir baktım da ;

-Herkes kopmuş gardaşım.

-Bakale didim nörüyüm didim. Şu kanaraların yaptığıda ne. Essahtan şiir olsa da ben gam yemesem.

Dübeş attım yek geldi. Ne umdum ne buldum. Editörler yazarı saymaz adamdan. Yazarlar kurtulamaz bu edebi idamdan. Kurtarsan yüce mevlam cümlemizi bu gamdan. Bunlar insanı saymaz insandan.

İnsanın arkasında bir kamyon dolusu şiir olacak değilmi. Başkasının başına dökmek için. Hem de bir kamyon dolusu şiir.

Hele o şair yok mu? O bayan olan şair. Hani adı ve soyadı kadar tanınan o şair yok mu?

Nedense mırıldanıyor durmadan. Nedense bir kedi gibi aynı.

Bir kamyon dolusu şiir dile kolay ayıkla ayıkla bitmiyor. Kiminin rengi sarı kiminin ki ak ah beni de vursalar bir kamyon dolusu şiir yerine, bir kamyon dolusu şiir bu usta. Yaz yaz bitmez.

-Armutun dalda kızların balkonda ballandığı coğrafyalarda şiir yazmak kolay mı. Değil mi gardaşım. Amandiyim nööörüyüm anam...

Yanardağın eteğinde lav gibi akıyordu günler... O günler ki bir sitem sitem sormayın gitsin. Şairler türbesiz gömülüyordu o eski mezarlıklara.

Ama unuttular kelimeleri aşıp gitmeyi ama unuttular gerçeğin kâğıttakilerden ötede olduğunu.

Şana şöhrete takıldılar. Kendi ayaklarına çelme taktılar. Kendilerini aldattılar.

Su yüzünde gezen manda pisliği gibi kendilerinden çıkanı yine kendileri kıskandılar.

-Dur lan sen burda kime manda dedin. Yok, ağabey lafın geliş öyle oldu. Söz sözü tartmadan kaçalım fazla dağıtmadan.

Rıfat Cantekin

20 Temmuz 2013 Cumartesi

TÜRK EDEBİYATINDA İLKLER



*İlk yerli tiyatro eseri: Şinasi / Şair Evlenmesi /1859

*İlk yerli roman : Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

*Batılı tekniğe uygun ilk roman : Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı Memnu

*İlk çeviri roman : Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859

*İlk köy romanı : Nabizade Nazım / Karabibik

*İlk psikolojik roman: Mehmet Rauf / Eylül

*İlk realist roman : Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası

*İlk resmi Türkçe gazete : Takvim–i Vakayi

*İlk yarı resmi gazete : Ceride-i Havadis

*İlk edebî roman: Namık Kemal / İntibah

*İlk tarihi roman : Namık Kemal / Cezmi , A. Mithat / Yeniçeri

*İlk özel gazete : Şinasi ile Agah Efendi/ Tercüman-ı Ahval

*İlk pastoral şiir : A.Hamit Tarhan /Sahra

*İlk şiir çevirisini yapan, ilk makaleyi yazan: Şinasî

*Noktalama işaretlerini ilk kez kullanan, ilk Türk gazeteci : Şinasi

*Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan : A.Hamit Tarhan/Eşber

*Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri : A. Hamit Tarhan / Nesteren

*İlk bibliyografya:Katip Çelebi / Keşfü’z Zünun

*İlk hatıra kitabı : Babürşah /Babürname

*İlk hamse yazarı : Ali Şir Nevai

*İlk tezkire : Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais

*İlk şiir antolojisi : Ziya Paşa /Harabat

*İlk atasözleri kitabı : Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye

*İlk mizah dergisi : Diyojen /Teodor Kasap

*İlk hikaye kitabı : A.Mithat Efendi / Letaif-i Rivayet

*İlk fıkra yazarı : Ahmet Rasim

*İlk Türkçe yazılan ilk kitap : Yusuf Has Hacip / Kutadgu Bilig

*İlk siyasetname : Yusuf Has Hacip/ Kutadgu Bilig

*Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser : Y. H. Hacip / Kutadgu Bilig

*İlk didaktik şiir örneğimiz Kutadgu Bilig

*Aruzla yazılan ilk eserimiz : Kutadgu Bilig

*İlk mensur şiir örneklerini veren : Halit Ziya Uşaklıgil

*Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan : Mehmet Emin Yurdakul

*İlk makale : Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi

*İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk : Fecr-i Ati (Servet-i Fünün)

*İlk seyahatname : Seydi Ali Reis / Miratül Memalik

*İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi

*Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz : Fuat Köprülü

*Sahnelenen ilk tiyatro : Namık Kemal / Vatan yahut Silistre

*Kafiyeyi şiire serperek klasik nazım şekilerinden farklı ilk örnekleri veren:T.Fikret

*Türkçenin ilk dil bilgisi kitabı : Süleyman Paşa / Sarf-ı Türki

*İlk natüralist eserimizin yazarı : Nabizade Nazım / Zehra

*Divan Edebiyatında mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim

*Şarkı nazım türünü ilk kullanan: Nedim

*İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi : Kamusul Alam

*İlk sözlüğümüz : Kaşgarlı Mahmut / Divan-ı Lügat-it Türk

*İlk Türkçe sözlük : Şemsettin Sami / Kamus-ı Türki

*İlk özdeyiş örneklerini veren : Ali Bey / Lehçet’ül Hakayık

*Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin : Orhun Abideleri (Göktürk Kitabeleri)

*Edebiyatımızda objektif eleştirinin nasıl olacağını ilk açıklayan: R.M. Ekrem

*Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: M.Emin Yurdakul

*Konuşma diliyle yazılmış ilk hikayenin yazarı : Ömer Seyfettin

*Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan : A. Hamit Tarhan / Validem

*İlk köy şiiri : Muallim Naci / Köylü Kızların Şarkısı

*İlk alfabemiz : Göktürk Alfabesi

*Tekke şiirinin kurucusu : Ahmet Yesevi

*İlk Türk destanı : Alp Er Tunga Destanı

*Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan : Namık Kemal

*Bizde epik tiyatro türünün kurucusu : Haldun Taner

*İlk kadın romancımız : Fatma Aliye Hanım

*Süslü nesrin ilk temsilcisi : Sinan Paşa

*Dünyanın halen yaşayan en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı: Kırgızların Manas Destanı

*Edebiyat kelimesini bizde ilk kullanan : Şinasi

*Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman :H.E.Adıvar/Ateşten Gömlek

*İlk uyarlama tiyatro eserinin yazarı : Ahmet Vefik Paşa

*Deneme türünün kurucusu : Montaigne

*İlk divan şairi : Hoca Dehhani

*Hikayede gerçek anlamda ilk kez Anadoluyu işleyen : Refik Halit Karay

*En başarılı psikolojik roman yazarımız: Peyami Safa / 9.Hariciye Koğuşu


İKİNCİ YENİ ŞİİRİ HAKKINDA BİLGİ


İkinci Yeni

İkinci Yeni, 1950'li yıllarda Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan gibi şairlerin başını çektiği bir şiir ve edebiyat akımı.
Garipçiler'e ve 1940 Toplumcu Gercekçi Kuşağı'na tepki olarak doğmuştur.
Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan bir akımdı. Ortak ozellikleri; dilin alışılmış kalıplarını yıkmak, sözdizimini zorlamak, değiştirmek ya da bozmak oldu. Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlik verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çabaladılar, yer yer anlamın yittiği görülür şiirlerinde. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmektir.

Özellikleri:

• Orhan Veli arkadaşlarının yalın anlatımına tepki olarak doğmuştur.

• II. Yeni şiirimizde çok uzun soluklu olmasa, geniş bir okuyucu kitlesi bulamasa da Türk şiirine yeni boyutlar getirmiştir.

• “şiir için şiir” anlayışıyla hareket etmişler; erdem, ahlak, toplum ve gerçek gibi konuların şiirin dışında tutulması gerektiğini savunmuşlardır.

• Onlara göre anlamlı olmak şiir için önemli değildir.

• II. Yeni’ye göre şiir bir öykü anlatma aracı değildir. Öteki edebi türlerden kesin çizgilerle ayrılmalıdır. Bu yüzden konuyu ve olayı şiirden atmışlardır. • Eşya, görünüm ve insanı gerçeküstücülükten daha aşırı bir soyutlama ile anlatmayı amaç edinmişlerdir. • Onlara göre şiirde ahenk, ölçü ve uyakla değil; musiki ve anlatım zenginliği ile sağlanmalıdır.

HAFTANIN KİTABI: TIKLAYINIZ...

8 Temmuz 2013 Pazartesi

EDEBİYATIMIZDA HİCİV - İSLAM ÇOBAN

 Hiciv türü tüm dünya edebiyatlarında yaygın olarak var olan bir türdür. Yermek, eleştirmek, cevap vermek amacı güder.

 Türk Edebiyatı’nda hiciv denilince akla gelen üç büyük isim vardır: Nef’î, Şâ’ir Eşref ve Neyzen Tevfik Kolaylı. Bu isimler, dönemlerinin en büyük şâirleri arasında yerlerini almış ve eserleri, başarılarıyla adeta klasik olmuştur.

 Günümüzde her küfürlü şiiri hiciv yahut taşlama olarak algılama gafletine düşüyoruz. Hiciv şiiri argo kullanmak, bel altı vurmak anlamına gelmediği gibi hicvin böyle bir vazifesi de yoktur. Bu tür şiirlerin esas gayesi hatalıya hatasını göstermek, onu doğru fiile sevk etmektir.

 Diğer edebiyatları (daha doğrusu “literature”) bilmem; ama bizim edebiyatımızda hiciv, ‘küfür edebiyatı’ değildir; zaten böyle bir şey mümkün değildir.

 Edebiyat, önceleri “ilm-i edeb” ismiyle anılırdı; edebiyat ismi ise sonraları kazanılmış bir tabirdir. Edep bilgisi anlamına gelen bir türde hakaret, bayağılık, küfür barınması doğru değildir. Bizim edebiyatımızdaki hiciv eserlerine bakılırsa şâirin hep ayna görevi üstlendiği görülür. Herhangi hakaret sahibine ettiği kötü sözler yansıtılarak cevap verilir.

Meşhur hikaye vardır Nef’î ile ilgili:

Tâhir Efendi, Nef’î’ye “kelp (köpek)” der; Nef’î de cevâben:
“Bana Tâhir Efendi kelp demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir
Mâlikî benim mezbebim zîrâ
İ’tikâdımca kelp Tâhirdir” der.

Bakıldığı zaman ayna tutmak tâbirinin pek de yanlış olmadığını görürüz. Nâbî’nin de başından geçen bir olayı aktararak konuyu sonlandıralım..

Nâbî, 17. yy. şâirlerindendir. O dönemlerde adettendir, yeni yapılan çeşmeye, yahut camiye; sevilen birinin ölümüne beyit yazılır, bu beyitte ebced hesabıyla tarihi konulurdu.  Dönemin büyüklerinden biri bu geleneği kullanarak Nâbî ile alay etmek ister; yeni yaptırdığı helaya tarihini belirten bir beyit yazmsı için Nâbî’ye söyler. Bu hakarete Nâbî çok kızar ve düştüğü tarih beytini okur:

“Kadı’m yaptı ayak yolu atıklar kalmasın tende
Dedi Nâbîyâ târihin: ‘S.çayım hayrâtına ben de..’”

İslam Çoban