3 Eylül 2013 Salı

BLOGLAR VE BLOG YAZARLARI















Bloglara değinmek istiyorum bugün. Canım blogçuluk ve blog yazarlığı hakkında yazmak istiyor. Öncelikle blog furyasının 2000'li yıllardan bu yana özellikle Amerika ve Avrupa'da çok bilindik bir şey olduğunu 2007, 2008 yıllarında Türkiye'de de dikkate değer biçimde görülmeye başladığını söylemeliyim. Blogçuluğun ülkemizde 2000'lerde Amerika ve Avrupa'yla paralel bir şekilde gelişememesinin sanıyorum ki en önemli sebebi ülkemize ADSL ve 3G sisteminin çok geç gelmesidir.

İyi hatırlıyorum diğer ülkelerde, özellikle ABD'de blog yazarlığı revaçtayken özellikle ünlüleri habersiz fotoğraflayan bir "blogger" oldukça dikkat çekmiş, yükselen blog kültürü tüm boyutlarıyla tartışılmıştı. Gerçi o dönemlerde ülkemizde bu kavram pek bilinmediğinden internet dünyasıyla arası olmayan birçok insan durumun ne olduğunu anlayamamıştı.

Bloglar zamanın bedava domainleriyle yapılan çok kısıtlı kapasitelere sahip sitelerin birkaç gömlek üstü olarak nitelendirilebilir. Günümüzde internet dünyasıyla çok daha yakın ilişkiler yaşayan özellikle de gençlerin kendilerini ifade platformu oldu bloglar. Çok da güzel oldular.

Bloglar işledikleri konulara göre kategorilere ayrılıyorlar. Ülkemizdeki bloglarda dikkatimi çeken kategoriler: Moda, Spor, Kadın ve Yaşam(yemek,takı) Kişisel (edebi)... Bunlarla sınırlı değil tabii ki kategoriler ancak dediğim gibi bunlar benim dikkatimi çeken ve sayılarının çok olduğunu düşündüğüm bloglar.

Özellikle moda bloglarının firmalarca ciddiye alındığını gözlemlemekteyim. Çok izleyiciye ulaşan bu tip bloglara bazı markalar sponsor oluyor ve blog yazarları yaptıkları bu keyifli işi paraya çevirebiliyorlar. Spor bloglarında da benzer şeylere şahit oluyorum ancak moda blogları seviyesine çıktıklarını sanmıyorum. Bu işi ranta çeviremediklerini düşünsem de itiraf etmeliyim ki içi boş yorumların gazete sütunlarını doldurduğu şu günlerde, gençlerin futbol yorumları çok daha keyif veriyor.

Kişisel bloglarsa anladığım kadarıyla en çok bloga sahip kategori. Özellikle üniversite gençliği-lise gençliği henüz konuya pek vakıf değil gibi- hayatlarını ortaya seren bloglarla karşımıza çıkıyorlar. Bazılarının düzmece hayatlar olduğu iddia edilse de kişisel blogların ülkemizdeki ilk blog teşebbüsleri olduğunu biliyoruz. Henüz bu tip bir platform ülkemizde meşhurlaşmamışken hatırlarsanız bir Türk gencinin yaptığı kişisel site bütün dünyanın ilgisini çekmişti. Hatırlayanlar bilir bu Türk genci sitesinin her yerine çat pat ingilizcesiyle bir şeyler yazmış, sempatik tarzıyla gündeme oturmuştu. Günümüzdeyse kişisel blogların edebi dünyada dahi ranta dönüştüğünü görüyorsunuz. PuCCa Günlük adlı blogun sahibesi yayın evlerinin dikkatini çekmiş ve yazdıklarını kitaplaştırmayı başarmıştı. Bu anlamda farklı hayatları takip edip keyif almak adına kişisel blogların yeri başkadır.

Gelecekte blogların siyasi ve kültürel gündemi belirleyeceklerine yürekten inanıyor ve blogların ciddiye alınması gereken bir ses olduğunu düşünüyorum.

Sevgiyle

1 Eylül 2013 Pazar

ALAİN: EDEBİYAT ÜZERİNE SÖYLEŞİLER


























Alain (asıl adıyla Emile Auguste Chartier). Bir süre önce elime alıp, bir çırpıda bitirdiğim ender kitaplardan biri. Baskısını bulmakta zorlanmak istemeyenlerin öncelikle benim gibi bir babaya ve bir oda dolusu kütüphaneye, en önemlisi ise ikinci el kitapların sayfa aralarındaki dipnotları ıskalamamak için babasına dökeceği bir tatlı dile ihtiyacı vardır. Bu üç şarttan birini yerine getirebilen, oldukça yıpranmış sarı safran sayfaların muhatabı olmaya hak kazanacak ve kenarlara iliştirilmiş dipnotlarla hasbihal etmeye başlayacaktır.

Alain; yetiştirdiği herkese belirli bazı ilkeler doğrultusunda, bağlılıklardan, dinsel ve siyasal etiketlerden bağımsız bazı görüşler aşıladı. Şu öğretisi önemlidir;

‘Düşünüşün başta gelen erdemleri dürüstlükle yürekliliktir; herkesin kendine yaraşır bir zekâsı vardır; alıklık pusu kurarak dikkatle yolumuzu bekler, biz de öfke, hayranlık, korku ya da kendimize güvensizlik yüzünden onun tuzağına düşeriz; yakından bakılırsa, en basit sorunların en güç sorunlar olduğu görülür, ama düzenle, dirençle yanaşılırsa en çetin sorunlar bile basitleşir; özgürlük insanoğlunun ilk erdemidir.’

1914’de Alain orduya katılmak istedi. Subay olmayı kabul etmedi, savaş boyunca orduda ağır topçu eri olarak bulundu. Bu çetin yaşam üstüne de iki güzel kitap yazdı:Savaş Tanrısı Mars Yahut Yargılanan Savaş (1921) ve Savaş Anıları (1937). Ayrıca, savaşta zorunlu dinlenme zamanlarında ‘Güzel Sanatlar Sistemi ile Ruh ve Tutkular Üstüne Seksen Bir Bölüm’ adlı eserini düzenledi.

‘Tanrılar’ kitabı Alain’in dinlere ilişkin düşüncelerini ifade eder. Onlarda kendisine hiçbir şey istemeyen evrene insanoğlunun bağladığı tutkuların, korkuların, umutların yansımasını görür. Alain’in metafiziğini sergilediği Deniz Kıyısında Konuşmalar eserlerinin en çetini ve en derinidir. Düşünceler’de ise Eflatun’u, Descartes’i, Hegel’i inceler, fakat onları özetleyerek değil, üzerlerinde düşünerek. ‘En iyi filozoflarların söylemeyi istedikleri şeyi bulmak, yani onu yeniden keşfetmek’ olduğunu söyler.

Alain felsefeyi insanın öteki düşüncelerinden, din ya da sanattan ayrı bir disiplin saymak istemez. O, her zaman romancıların büyük okuru ve edebiyatın iyi bir eleştirmeni olmuştur. Edebiyat Söyleşileri’ni Stendhal, Dickens’i okurken ve Balzac’la bütünlemiştir. Alain’i özel kılan en önemli etken, durmadan ele aldığı ve çok iyi tanıdığı az sayıda eserin sürekli okuru olduğu ve yalnızca birkaç büyük zekâyla yol arkadaşlığı yapmasıdır.

Geçmiş ustalardan Claudel ve Valery’ye büyük önem vermiştir. Şiire önem vermiş ve şiirler yazmışsa da kendisini düzyazı ile ifade etmiştir. Çünkü düzyazının daha ciddi olup düşüncelerin şarkılarını söylemeyi engellediğini belirtmiştir.

Alain aynı zamanda bir ahlakçıdır. Gönül Serüvenleri’nde tutkuların çözümlenmesini yapmış; aşk, istek, cimrilik konusunda La Rochefoucauld ve La Bruyere’in, hatta Stendhal’in yazdıklarını geride bırakmıştır.

Yaşamı boyunca resmi övüncelerden uzak durmuş, madalyaları, unvanları, hatta Sorbonne’un kürsülerinireddetmiştir. Romatizma hastalığı kendisine yürüme ve günlük yaşamına sürdürme güçlüğü verse de zihnini hep dinç ve diri tutmuş, ziyaretçilerin yanında seksen yaşındaki haliyle bile onlardan daha genç kalmayı başarmıştır. Ölümünden üç hafta önce kendisine bir saygı armağanı sunulmuş: Ulusal Edebiyat Ödülü ilk kez Alain’e verilmiştir. Eserlerinden hoş bir müzik tınısı tadında birkaç seçme sunalım;

‘Müzik sesi bir bağrıştır, ama yönetilmiş bir bağırış. Roman bir tutkudur, ama düzenlenmiş bir tutku.’

‘İnsan görülmek ya da işitilmek istenen şeyi kendisi gerçekleştirerek sanatçı olur.’

‘Coşkuya eklenen şeylerin direnmesi eseri doğurur. Soyut düşünce, tezli roman düşüncesi yalnızca endüstriyel edebiyat üretimi yaratır.’

‘Katıksız estetik duygu yoktur. Aşk, istek, cimrilik vb. tutkularımız ancak arıtılarak estetik olurlar.’

‘Güzelliği yapan şey, uyumdan, şarkıdan, uyaktan, doğan beklenmedik şeydir. Bütün sanatlarda güzeli doğuran tasarı değil yapımdır. Şair ancak ölçüye uygun sözcükler ararken anlatım mutluluğu duya ve düşüncesini ortaya çıkarır. Büyük şair, uzun şiirin ciddi kurallarını çiğneyip atlamaz. İnsan gerçeğini insandaki uyumla gösterme: İşte şiirden çıkarılacak ders budur.

‘Dünyada en çabuk yaşlanan şey; yeniliktir.’

‘Sanatçılarımızın yeni ve duyulmadık şeyler bulmak amacıyla kıvrandıklarını gördükçe, gülmekten kendimi alamıyorum.’

Hatice İslamoğlu Erdem

ZÜBÜK



















Hangi ülke, hangi ülkeyi destekliyor?
Kim, kimden yana?
Kim, kime karşı?
***
Kimin eli kimin cebinde, belli değil…
***
Toplum olarak kimi sevmeyiz?
İsrail’i…
Suriye’de kimi destekliyoruz?
Muhalifleri…
Esed kimin düşmanı?
İsrail’in…
***
Esed, “bana saldırırsanız ben de İsrail’e saldırırım” diyor…
Ancak şimdiye kadar, ölümüne faşizmini İsrail’e karşı değil de,
kendi halkını öldürerek yaptı…
***
“İsrail’e saldırım” diyen şahıs yıllarca PKK’ya destek verdi…
***
Şimdi biz nasıl tavır alacağız?
Milliyetçimiz, solumuz, dindarımız nasıl bir tavır alacak?
***
İsrail’e karşı…
Diğer taraftan kardeş düşmanı…
Demokrasi karşıtı…
Ve Irkçı…
***
Sadece Suriye mi kafamızı karıştıran?
Ya Arabistan ve İran?
Bunlar Mısır’da İsrail yanlısı firavunu desteklerlerken…
Suriye’de “İsrail düşmanı” olduğunu düşündüğü Esed’i kucaklıyorlar…
***
Amerika, Mısır’daki akan kana “şerbet”,
Suriye’de dökülen kana ise “RH pozitif” diyor…
Mısır’da firavunu desteklerken…
Suriye hakkında ise kafası karışık,
“yeni gelenler emrime girmeyebilir” korkusu var…
***
Bizim yanımızda “Kablosu kesik” telefondan,
katliamcılara, “ayıp ediyorsunuz” derken…
sağlam telefondan, “devam edin, güzel gidiyorsunuz” diyor ABD…
“Zübük” misali…
***
Erdoğan AB’ye bağırmaktan sesi kısılıyor,
“Hepiniz vicdansızsınız!” diyerek…
Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali…
***
Kime diyorsun Sayın Başbakan?
Adamlar zaten zübük…
***
Dolayısıyla acımasız, vicdansız,
zübüklerin hakimiyetinde bir dünyada,
kardeşlerimizi öldürüyor,
öldürüyor, öldürüyoruz…
Ve…
Ve “kan sermayeli” yeni iş sahaları açıyoruz “zübük”lere…
***
Sağlıcakla kalın…


Seyfi UZUNKÖK