30 Haziran 2015 Salı

Mehmet Akif Ersoy - Hakkın Sesleri

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin;
Yarmışız edvar-ı fetretten kalan yeldaları;
Fikr-i ferda doğmadan yağdırmışız ferdaları!
Öyle ferdalar ki: Kaldırmış serapa alemi;
Dideler bir cavidani fecrin olmuş mahremi.
Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyaz imiş!
Bak ne ani bir tekamül! Bak ki: Hala mündehiş
Yad-ı fevka'l-i'tiyadından onun tarihler;

Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer.
Bir taraftan dinimiz, ahlakımız, irfanımız;
Bir taraftan seyfe makrun adlimiz, ihsanımız;
Yükselip akvamı almış fevc fevc aguşuna;
Hepsi dalmış vahdetin aheng-i cuşacuşuna.
Emr-i bi'l-ma'ruf imiş ihvan-ı İslam'ın işi;
Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi.
Kimse haksızlıktan etmezmiş tegafül ihtiyar;
Ferde raci' sadmeden efrad olurmuş lerzedar.

Bir, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz?
Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz!
Nehy-i ma'ruf emri münkerdir gezen meydanda bak!
En metin ahlakımız, yahud, görüp aldırmamak!
Yıktı bin mel'un kalem namusu, bizler uymadık;
"Susmak evladır" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!
Kustu bin murdar ağız (din)'in bütün ahkamına;
Ah, bir ses bari yükselseydi nefret namına!
Altı yüz bin can gider; milyonla iman eksilir;
Kimseler görmez! Gören sersem de Allah'tan bilir!
Sonra, şayet şahsının incinse, hatta, bir tüyü:
Yer yıkılmış zanneder seyr eyleyen gümbürtüyü!
Kırkın aylıktan biraz, yahud geciksin vermeyin;
Fodla çiy kalsın, "pilav bitmiş" deyin, göstermeyin;
Fes, külah, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;
Mi'delerden fışkırır ta Arş'a aç bir velvele!
Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım, hani,
Öyle bir dernekte seyret gel de artık sen beni!
Göster, Allah'ım, bu millet kurtulur, tek mu'cize:
Bir "utanmak hissi" ver gaib hazinenden bize!


Mehmed Akif Ersoy

HAFTANIN KİTAP ÖNERİSİ: http://www.kitapyurdu.com/kitap/sah-ve-kuzu/438840.html&filter_name=%C5%9Fah%20ve%20kuzu

Mithat Cemal Kuntay - Vatan Hisleri

Düşmez yere haşa o bizim bayrağımızdır.
Bir fecr olarak doğmadadır her dağımızdan.
Ay-yıldız… O mazideki bir süstür, emin ol,
Atîde güneşler doğacak bayrağımızdan.

Altına yatarken de bizimdir yerin üstü,
Bir kal’e olur toprağımız vecde gelir de;
Dağlar, kayalar göğsümüz üstünde tepinse.
Düşmanları biz ram ederiz kan kesilir de.

Deryaları kan, taşları bitmez kemik olsa,
Bir son nefesin aynı olup bitse nesîmi
Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta,
Çekmez kürenin sırtı o tabût-ı cesîmi.

Mithat Cemal Kuntay

Kaynak: Türkün Şehnamesinden, 1000 Temel Eser, s.5


Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hattâ 
Çekmez kürenin sırtı bu tâbât-ı cesîmi

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ İLE:

Ölmez bu vatan varsayalım ölse bile
Çekmez dünyanın bedeni bu kocaman tabutu

Mithat Cemal Kuntay’a ait “Vatan Hisleri” adlı şiirin son iki mısrasını, Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı döneminde Meclis’te okumuştur.

7 Haziran 2015 Pazar

Aykut Nasip Kelebek Bana Hayran Olsana - Fatih Balcıoğlu


''Bana Hayran Olsana'', şairi Aykut Nasip Kelebek'in ilk kitabı. Ülkemizde genç şair ödüllerinin 30'lu yaşlardaki kişilere verildiğini düşünürsek Aykut Nasip Kelebek'i ele alırken yaşından başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Ekim 2013'te yayımlanmış olan kitabı ''Bana Hayran Olsana'', şairin 22 yaşının ürünü. Bu bağlamda bakılacak olursa kitapta oluşturulan portre daha çok yaşlı bir ruhu anımsatmakla birlikte bu durum, şairi büyük ustalara bir adım daha yaklaştırıyor.  Abdullah İlhan yazısında bu noktaya değiniyor: ''...şiir tarihine baktığımızda Rimbaud’nun büyük eserlerine genç yaşı eşlik ederken; Sezai Karakoç ya da Cemal Süreya’nın ilk eserlerinde ise büyük yaşlarını değil yaşlı ruhlarının varlığını görüyoruz. Genç şair Aykut Nasip Kelebek için de buradan başlamak isabetli olacaktır. Çünkü o bu ilk çıkışıyla ustaların yanına sokuluyor. Çok erken yaşlardan itibaren beslendiği kaynaklarla (eleştiri ve söyleşilerinde bunları görmek mümkün) edebi kanonun kokusunu iyice içine çekip bugün bu ilk kitabıyla dışarı üflüyor. Beslendiği kaynaklardan aldığı kadar onlara da taze dokunuşlar yapıyor Kelebek. ''

Kitapta 19 şiir var. Kitaptaki şiirlerin geneline sinen iki belirgin özellik görüyorum: imge kullanımı ve gelenek. İmgeden başlayacak olursak; imge, duyuyla edinilen bir deneyimin zihindeki görüntüsüdür, düşünsel bir resimdir. İmgenin oluşum sürecinin ilk aşamasında, şairin dış dünyaya ait gözlemleri bulunur. Şair dış dünyada gözlemlediği nesnelerden bir seçme yapar. Sanatçı duyarlılığı ve hayal gücüyle seçtiği bu nesneler arasında değişik ilişki ve bağıntılar kurar. Gözlemlediği doğa ile ilgili, ama onun kopyası olmayan yeni bir tasarım oluşturur. Buradan hareketle bir imgeyi başarılı kılacak temel özellik dış dünyaya ait gözlemin keskinliği ve tasarım sürecindeki değişkenlerin kullanımıdır. Kitabın adını da taşıyan Bana Hayran Olsana şiirindeki ''cesaretin kepenkleri inmiş'' mısrası hem gözlem bakımından hem de tasarımdaki sıradışılığından dolayı modern imge anlayışına güzel bir örnek oluşturmuş. Türk Lokumu şiirindeki imgeler ise diğer dizelerle bağlantılı olarak yapısal bütünlük kurduğundan dolayı kitaptaki imge anlayışına ışık tutuyor: ''...şu Fransızların hayal gücü ne kadar dar / gözlerinden güzel kaligram mı var / yuvarlak, iki deneysel mısra olarak / sönüvermiş şiirime ışık saçıyor onlar '' Geleneğin edebiyatta kullanımı son yıllarda adeta bir moda haline dönüşmüşse de, ''Bana Hayran Olsana''daki gelenek bir araç olmanın ötesinde öze yerleştirilmiş bir izlek halini almış. Şehzade adlı şiirden: ''...Viyanaya giremediğinden ötürü Kanuni / Tanzimat padişahı Abdülmecit yanmasın mesela '' Tabiki, Şehzade adlı şiirden alıntıladığım mısralardaki  geleneğin yanında siyasi mesajları da görmezden gelemeyiz. Necip Fazıl'la sesini yükselten Sezai Karakoç ile de durmadan fısıldayan Müslüman şair kimliğinin izlerini Aykut Nasip Kelebek'te görmek mümkün. Kelebek, orijinal imgeler ile medeniyet tasavvuru ve bilincini birleştirince Müslüman bir şair ortaya çıkıyor: “… daha fethedilmemiş birçok İstanbul var/ cumhuriyet İstanbulunun meydanlarında / direnen vicdanlarındaki barları yıkıp / kalplerine camii yapana kadar / silahları gömemeyiz baylar” (Meydan) Müslüman şair kimliğiyle dinler tarihine dokunmadan geçmemiş Kelebek,hatıratmış ve bize telmihlerle bu yolu açmış: ''...iyi bir baba olacağım çocuklarıma / bu yüzden sarılacak bana Muhammed / pastoral şiirler yazacak bana Mikail / Çünkü yağmursuz havalar bırakmayacağım ardımda / ne de Habil'i katledecek bir Kabil '' (Kusursuz Bir Dönüş) Şiir söz söyleme sanatı olarak genel ifadeye sıkıştırılmaya çalışılsa da ayrıntıda rahatsızlık veren şeydir. Kimi zaman geçim derdi olanları acıtırken, kimi zaman da kalbi sızlatır. Bana Hayran Olsana'daki bazı şiirleriyle Aykut Nasip Kelebek Batı'yı başarıyla rahatsız edebilmiş. Seçim Sandığı şiirinden: '' sen Anadolu topraklarında zalim arama / diktatör üreten fabrikalar varken Batıda''

Aşk, kitaptaki temel izleklerden biri. Ancak Aykut Nasip Kelebek'in bu duruma bakışı diğer şairlerle arasındaki farkı belirgin hale getiriyor. Bu konuyla ilgili Selim Sina Berk şöyle söylüyor: '' Seçim Sandığı şiirinde şair, bir sevgilinin özlemini çekmektedir. Ama ondaki sevgili özlemi salt aşk üzerine kurulmamıştır. Şair Batı'daki diktatör üreten fabrikalarla giriştiği kavgada, kendisine destek olabilecek bir sevgili istemektedir. Şair, hem kullandığı üslup hem de şiirini ilettiği yön ile Şuara Suresi'ne uygun bir şiir oluşturmaktadır. Böylelikle lirik, politik ve İslami şiiri bir potada eritmeyi başarmıştır. Ayrıca belirtmekte fayda var: Seçim Sandığı şiiri, bir Leyla, Şirin, Aslı reddiyesidir. Şöyle ki, Mecnun, Ferhat, Kerem sıkıntılara karşı her koşulda mücadele ederken, sevgilileri acı çekip ağlamaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Nasip Kelebek ise kendi Leyla'sını mücadeleye davet ediyor. Aslında sevgiliyi mücadeleye davet eden soldan şairlerin olduğunu biliyoruz. Nazım Hikmet, Ahmet Arif gibi isimler ilk elde akla gelen isimler. Ancak bu daveti şiirinde yapan Müslüman duyarlılıkla şiir yazan ilk şairlerimizden biri Aykut Nasip Kelebek'tir. ''
Aykut Nasip Kelebek başarılı şiirler yazıyor. Bu iyi kumaşa ''Bana Hayran Olsana'' ile güzel bir düğme dikmiştir, umarım diğer kitaplarıyla dikmeye devam eder. ''Bana Hayran Olsana'' cümlesi bir matris olarak tüm insanların bilinçaltı mottosu olduğunu bir kenara bırakacak olursak, edebiyatımızda bu cümle daha çok duyulacağa benziyor.

FATİH BALCIOĞLU

Haziran 2015 sayılı İtibar Dergisinden Alıntıdır...

Tuğrul Tanyol: "Türkiye’nin ciddi bir entelektüel temizliğe gereksinimi var..."

Türkiye’nin ciddi bir entelektüel temizliğe gereksinimi var. Bir ülkeyi ve halkını ileri götüren güç siyasetçilerinden çok entelektüel birikimidir.

Fransız devriminden, Rus devrimine, oradan Tanzimat’a ve Cumhuriyetimize uzanan çizgide hep entelektüeller yol gösterici oldu, zaman zaman siyasete girdi.

Küresel çağda yeni bir gerçeklik ortaya çıktı, Türkiye de onun bir parçası. Düşünen insanlar ortadan çekildi, yerini yarı gazeteci, yarı medya üyesi, yarı cahil bir kitle aldı.

Sayıca artan TV kanallarındaki katlanan yorumcu sayısı bazen aldatıcı olabilir, çünkü çoğunluk bu insanları konularının uzmanı ya da entelektüel olarak algılayabilir.

Ülkemizde Şinasi ve Namık Kemal geleneğiyle başlayan gazeteci tipi, edebiyatçı/şair kimliği ile kol kola yürüdü. Cumhuriyet döneminde de bu böyle sürdü.

YENİ BİR GAZETECİ TİPLEMESİ

Oysa çığ gibi artan üniversite sayısı yeni bir gazeteci tiplemesiyle karşı karşıya bıraktı bizi. Kimse ülkenin bu kadar çok iletişimciye gereksinimi olup olmadığını sorgulamadı. Ne okuduğu kuşkulu, kitap adları ve yazarları dışında fazla bilgisi olmadığı her günkü yazı ve yorumlarından kolayca anlaşılabilecek bu yeni insan tipi yaklaşık 20 yıldır kamuoyu oluşturma görevini üstlenmiş durumda.

Ciddi gazetecilik günlerinde görüşleri pek ciddiye alınmayan, yazılarındaki ve konuşmasındaki dili Türkçe hatalarıyla dolu bir Mehmet Ali Birand bu yeni kuşağın öncüsü oldu. Ve felaket böyle başladı.

AKP iktidarı döneminde en az ağabeyleri kadar cahil bir medya ekibi tüm TV kanallarını sardı. Benzer konular konuşuldu ve tartışıldı. Bir konuda uzman gerekiyorsa bir başka kanaldaki benzerlerini konuşturdular.

Bize, entelektüelin ‘muhalif’ kimliğini yok sayan bir ‘sahte’entelektüel sundular. Medyanın görevinin iktidarları eleştirmek olduğunu unutup yürütmeyle ilişkisi olmayan muhalefeti topa tuttular ve halkta, muhalefet ile ilgili, ‘Bu adamlardan bir halt olmaz’ duygusunun yerleşmesini sağladılar. Bu duyguyu sağlamlaştıracak uzman ‘öğretim üyeleri’ni ve nedense hep aynılarını ekrana çıkartıp muhalefetin nasıl işlevsiz ve iktidarın ne kadar mükemmel işler yaptığını topluma yerleştirdiler.

Eskiden hiç satan gazetelerinde lügat parçalayan ‘İslami’ gazeteci tipini merkez medyada zorladılar, onlarla görüş birliği içine girdiler (işçi sorunları, büyüyen yoksulluk, Kürt, Alevi, kadına şiddet, vs..gibi sorunlar dururken) özgürlüğü iktidarın diline, yani örtünmeye indirgediler ve bunu yapmayı da sürdürmedeler.

Daha da ilginci, Türkiye’ye yakından bakmak isteyen başta ABD ve AB olmak üzere tüm yabancılar da kendilerine gösterilen yalnızca bu olduğu için, bu kişilerden görüş almaya, onları ülkelerine, toplantılarına davet etmeye başladılar.

AKP’nin 13 yıllık iktidarı boyunca ekrandan yansıyan görüşler Batı başkentlerinde de çınladı. Ortak ses Türkiye’nin ilerlediği, demokratikleştiği, askeri vesayeti bitirdiği ve patlama yaptığıydı. Bunun pek de böyle olmadığını söylemeye çalışan kesim, entelektüeller, edebiyatçı, şair ve diğer sanatçılar duymazdan gelindi, kendilerine görüşlerini yansıtacakları ortam sunulmadı, hatta kapatıldı.

Her şey Gezi eylemiyle değişti. Bir süre ne yapacağını şaşıran medya ve Batı başkentleri, muktedirin yerinden kıpırdamadığını görünce eski alışkanlıklarına dönmek istedi. Ne yazık ki hala da dönmek istiyorlar.

Seçim tartışmalarının yaşandığı şu günlerde bu kireçlenmiş kafa hala, AKP iktidarını sürdüremezse nasıl bir koalisyon seçeneğinin mümkün olabileceğini anlamaya çalışıyor. Muhalefet mensuplarına ‘Onunla koalisyon kuracak mısın, peki o olmaz ise ötekiyle?’ diye sormayı sürdürüyor. AKP ile o denli kafaları karışmış ki AKP’siz bir dünyayı hayal bile edemiyorlar.

Ahmet Hakan ve benzerlerine şunu anımsatmakta yarar var. Koalisyon kurulamıyorsa ille de erken seçime gidilmez. AKP karpuz gibi ortadan ikiye bölünür. Ayrılanların kuracağı bir merkez sağ parti CHP-HDP, ya da CHP-MHP ile koalisyona gider.

Milletvekili olabilmek için servet harcamış adamların bir daha aday ya da vekil olabilecekleri kuşkulu bir seçeneğe parmak kaldırmalarının mümkün olamayabileceğinin örnekleri hala yakın tarihimizde duruyor.

Bu olur mu? Onu bilemem, ama düşünmeyi unutmuş sahte entelektüelin bunu da hesaba katması gerekir.


Tuğrul Tanyol
(diken.com.tr)