28 Mart 2013 Perşembe

OLANLARI BİLMİYORSUN PATRON - PATRONA HOLİ (FATİH BALCIOĞLU)


‘’ İlk hapis cezam ana rahmiydi. 9 ay keseden yedim. Çıktığımda çırılçıplak kaldım, her mahkum gibi zaman çevremdekileri almıştı. Zamanla düzeltebildiğim şeyler oldu. Dişlerim yeniden çıktı, konuşmayı söktüm. Hiç bilmediğim bir yerde, hiç bilmediğim insanlara dört döndüm. Gülmek bana yapılan alkıştı, kahkaha kabul edilemez bir tecavüz. Tırnaklarım çıktı, pençelemeyi öğrettiler. Ellerime yön vermeyi, ağzımla ısırmayı, burnumla acıyı koklamayı öğrettiler. Ben çok değiştim patron. Alışmak yeni olaylara duyarsızlaşmaktı. Artık ne duyuyorum, ne de arsızlaşıyorum. Ben zamana duyarsızlaşıyorum. ‘’
25 Ocak 2008 Prag Cezaevi
-Pascal geç kaldık, hadi çıkalım.
Her sabah pantolon giyme faslım geç sürer, çoğu zaman düşer takılırım. Algılayamadığım durum ise eşimin buna şikayetsiz katlanmasıdır. Kadın olmak zor iş olsa gerek. Bakman gereken saçın, elin, ayağın, yüzün, kilon ve kocaman bir çocuğun vardır yani eşin. Marianne 42 yaşında ama bana sorsan hala o ilk tanıdığım 25’teki halini koruyor. Çok şanslı bir tanışma gerçekleştiremedik. Kocasından dayak yemiş bir haldeydi. Ben ise tutuklanmayı bekleyen suçlu. Her çiftin en romantik anı herhalde bir yere beraber seyahat etmek yada lüks bir restorantta yemek yemek olabilir. Benim için Marianne ile yaşadığım en romantik olay karakolda göz göze gelmemizdi. Bir olayın suçlusu ile başka bir olayın mağduru kolay kolay bakmak için birbirinin gözlerinin içini seçmez.
-Bugün işin kaçta biter? Ona göre alayım seni.
-Saat birde.
Beni psikoloğun önüne kadar bıraktıktan sonra Mari işyerine gitti. Onun maaşlı bir işi varken, benim –Mari’nin deyimiyle- işim, haftanın üç günü psikolog Harrison’un sorularına maaşsız cevap vermekti. Beni dinlemesi hoşuma gidiyordu ama anlamıyordu. Polyanna’nın metnini kimi zaman bu adamın yazdığına inanıyordum. Her zamanki gibi seansa on dakika önce geldim. Asistanın  ‘’Doktor Harrison sizi bekliyor’’ demesiyle kapısını çalıp içeri girdim. Çantamı bekleme salonunda bırakırken yanıma sadece not defterimi aldım.
-Merhaba Pascal.
-Merhaba.
-Bugün nasılsın?
-Her zamanki gibi. Geçen hafta, geçen ay, geçen yılki gibi.
-O zaman standart kalıpları kırıp, değişik bir oyun oynamaya ne dersin?
Psikologların standart dışına çıktıklarını pek görmemiştim. Düzenli psikolog takipçisiyim -15 yıldır gidiyorum ve artık ben onları gözlemleyecek kıvama geldim- onların bir kere olsun tıbbın bin yıllardır değişmeyen kurallarına secde etmediklerini görmedim. Doktor devam etti:
-Ama önce senin geçen hafta söylediğim ödevi yapıp yapmadığını merak ediyorum.
-Yaptım, dedim ve not defterimi ona uzattım. Geçen haftaki seansta benden her gün ne rüya gördüğümü not etmemi istemişti.
-Güzel, dedi sayfaları karıştırarak. Şimdi de neler yazmışsın ona bakalım.
Düşüncenin temeli psikolojidir. Sizin kendinizin sandığınız psikoloji dış çevre ağırlıklı oluşur. Felsefe psikolojiyi oluşturmaz, psikoloji felsefeyi oluşturur. Bu sebeptendir ki her filozof aynı kalıbın ürünü değildir. Çevre bir kalıptır ve her birimiz sadece aşçının istediği şekilde kek oluruz. Kendine şekil vermek isteyene ‘’olmamış’’ diyip çöpe atarız. Problem özgürlük adı altındaki prangalarda yatıyor.
-Çok ilginç bir rüya yok. Genel olarak daha önce görmüş olduğun rüyalar.
-Evet.
-Değişik bir oyundan bahsetmiştim, ne dersin başlayalım mı hazır mısın?
-Tabi.
-İntikam hakkında genel olarak ne düşünüyorsun?
-Değişiklikten bahsetmiştin, değişen bir şey yok. Soru soruyorsun.
-Bir soru sordum?
-İntikam diye bir şey yok aslında. Adalet diye bir şey var. Eğer birisi sana kötülük yapacak kötü kalbe sahipse sende o kalbi taşımalısın. Aynı durum iyilik içinde geçerli. İyilik yapana iyilik yapacak yada o iyiliği hak ettiğini kabul ettirecek yüce kalbe ulaşmalısın.
Bu soruyu binlerce kez sormuştu ve daha da sormaya niyetliydi. Bu soruyu ilk sorduğu zaman benim buraya ilk adımlarımı attığım zamandı.
-Sana yapılan şeyin kötülük olduğunda sende öyle cevap verirsen bunun cezasının hapis olduğunu bile bile mi yaparsın?
-Bu benim için ödüldür. Sen ödülüne koşmaz mısın?
Mari ile 19 yıldır evliyim ve birkaç kez evli olduğum sırada hapse girdim. En uzun süreli olan cezam beş yıl oldu. 2004’te Çek Cumhuriyetine taşınmış iki Fransız olarak zor zamanlar geçirdik. Maddi bakımdan dibe vurmuştuk ve zaman zaman yemek yemeden uyuduğumuz olurdu. Benim iş aradığım sırada odamıza giren iki kişi Mari’ye zorla tecavüz edip elimizdeki az miktarda olan parayı da alıp kayıplara karışmışlardı. Yalnız bu durum çok uzun sürmedi. Onları tek tek yakaladım. Birini öldüresiye dövdüm, diğerini öldürmeye niyetlendim. Bunu başaramadım.  Doktorlar o lanet olası kurşunları vücudundan çıkarmayı bildiler. 2004’ün Aralık ayında hapse girdim, ta ki 2009’daki genel affa kadar. Şanslıydım. Hapistekilere affın sebebi onları çok sevdiklerinden değil, yapılacak seçime oy toplama çabasıydı.
Doğruya gidecek en itici güç şüphe ve meraktır. Bunun deneyini yapabilirsiniz. Aradığınız şeyi bilmiyorsanız önünüze çıkacak kavşaklardan birine sadece ayaklarınız gittiği için saparsınız. Ancak o kavşaklardan dönmüş kişilerle konuşursanız ve daha önceden oralarda ne olduğunu öğrenmişseniz ayağınıza hükmeden aklınız olur, o anlık hissi duygularınız değil.
Doktor Harrison ölümden korkan birisiydi. Laf aralarında ölümün konusu geçtiğinde konuyu kapatır, ömrünü biraz daha uzatabilmek için herkesin yaptığı sporun iki katını yapardı. İntikamla ilgili sorularının temelini de benden alabilecek olası tehlikeli durumlardan korunmak için soruyordu. Peki neden ona zarar vermek zorunda kalmalıydım? Bu benim için sadece ufak bir şüpheydi.
Bir Şükran Gününde ziyaretime gelen Marianne, çok fazla kalamayacağını dışarıda Liz adında bir arkadaşının beklediğini söylemişti. O sıralar içime gömülüşümden midir bilinmez, Mari’nin ziyaretleri aksattığını veya ertelediğini hiç fark etmemiştim. Bu durum fazlalaşınca bazı detaylar üzerinde durdum. Mesela adını hiç duymadığım yeni arkadaşları. Hapishanede çaresizdim. Bu planlarımı bir süre erteledim. Temmuz 2011’de psikoloğa ilk gittiğimde asistanın adının Liz olduğu hiç dikkatimi çekmedi. Bir süre sonra ise şüphelerim çok yüksek boyutlara ulaştı. Neden o psikoloğa gitmem gerekiyordu? Neden Mari ve yakın arkadaşlarım tek bir ağızdan papağan gibi buraya gelmemi önerdiler? Bunu öğrenmek için kollarımı sıvamıştım. Önce yakın arkadaşlarıma sordum, o psikoloğu önermenin Mari’nin ricası olduğu ve bunu sadece benim iyiliğim için istediğini söylediler. Geri kalanı çorap söküğü gibi gelmişti. Mari ve Harrison, Mari’nin iş yemeğinde tanışmışlardı. Harrison Mari’nin patronunun arkadaşıydı. Harrison daha sonra Mari ile Liz’i tanıştırmıştı. Tabi bunun amacı Mari ile düşündüğü ilişkiyi yapabilmek için aracı kullanmaktı. Liz bu teklifi seve seve kabul etmişti, Mari benim ziyaretime geldiğinde dışarıda bekleyen arkadaşı da oydu. Mari zamanla yaptığı hatanın farkına varmıştı, ancak Harrison peşini bırakmak istemiyordu. Beni buraya yönlendirmesinin sebebi de benim psikolojim üzerinde onun ne kadar önemli olduğunu vurgulamamı sağlamak istemesiydi, sırf bu yüzden her akşam psikologla olan diyaloglarımdan en önce kendisiyle ilgili olanları anlatmamı istiyordu.
Harrison seansta istediği cevapları alamayınca sıradan bulduğu rüyaları tek tek yorumlamaya ve çıkardığı anlamları çarpıtarak anlatmaya başladı. Benim için sıradan bir seanstı her zamanki gibi dinledim, bazen kafamı salladım, bazense şaşırmış gibi yaptım. Ama bu seans onun için sıradan bir seans olmayacaktı, son seansı olduğunu bilmiyordu.
Bir saatimiz dolduğunda teşekkür ettim, çıktım. O bekleme salonunda bıraktığım çanta ikisinin de canına mal oldu. Pişman değilim dersem yalan söylemiş olurum. Keşke ilk öğrendiğim de bunu yapmış olsaydım. Ömürlerini altı ay uzattım. Değmezlerdi.
‘’ Olanları bilmiyorsun patron. Herkes masum, ben suçluyum. Cehennemde bir tek ben olacağım. Bunun bilincinde yaşıyorum. Suç işleyen mi kabahatli, suçu hak eden mi? Hiçbir zaman bilinmeyecek. Yağmur yağdıkça dünya hep temiz görünecek. Ben sizden önce vardım patron. Ben üç maymundum, sizinle dört oldum. Görmedim, duymadım, bilmiyorum, ‘’bil-E-miyorum’’ … ‘’

Patrona HOLİ (Fatih BALCIOĞLU)

22 Mart 2013 Cuma

HALK MI HALT MI? - iSLAM ÇOBAN


Edebiyatımız için oldukça ehemmiyet arz eden alanlardan birisi, şüphesiz Halk Şiiridir. Halk Şiiri, yani halkın şiiri; safi duyguları barındıran, etkileşimden uzak söylenceler bütünü.. 19. asra kadar saman altı edilen, görünmesinden, okunmasından ve bilinmesinden utanılan bir şiir alanı..

Milli temsillerin-ifadelerin, az yahut çok barındığı; okuyucusunun, şairinin entarisinin altında saklı vaziyette bulunan, korunmaya muhtaç bir canlı.. Savunanlarının bile kullanmadığı, kullanamadığı sadelikteki hissi söz yığını.. Osmanlı aydınlarının değer vermediği iddia edilen latifeler..

Pekiyi, beş asır boyunca, hakkı teslim edilmediği söylenen şiirlere, günümüz insanının tepkisi çok mu iyi?

Klasik şairlerin hor gördüğü eserleri okuyan, o şairleri tanıyan-bilen, o şairlerden on tanesinin ismini sayabileniniz var mi? Bu durumda günümüz insanlarının çıkıp da Klasik şairleri anlaşılmaz bir ifade biçimi olduğunu iddia edip, onlara dil uzatması kabul edilebilir mi?

Hepimizin tanıdığı bir şahıs, Barış Manço.. Onun bir halk şairi olarak karşımıza çıktığını düşünün.. Şarkılarını aklınıza getirin ve sözlerini bir şiir seslendirir gibi okuyun; Aşık Reyhani'nin şiirlerinden farkı var mıdır sizce? Peki, Reyhani'yi tanıyanınız?

Milliyetçi temeller üzerine kurulmuş bu ülkede, vatanının öz evladını tanımayan, dinlemeyen, okumayan, söylemeyen biri, çıkıp da divan şairlerine laf atma hakkına sahip olabilir mi?

Bizler de -İstanbul'da, İzmir'de, Bursa'da- zihni afakda seyr eden ulemanın kullanageldiği şaşaalı bir dilin varisleri olarak, hiç taşradakilerin tedrisatı için uğraş verdik mi? Onları, ağızlarıyla-şiveleriyle alay ederek destekledik(!).. Halbuki onlar kültür mirasımızı koruyanlardır, hani "Eski zihniyet bu; köhnemiş!" dediğimiz kültür var ya, işte o..

Şimdi soruyorum: "Halk mı onlar, yoksa varlıklarıyla halt mı?"

İslam ÇOBAN

21 Mart 2013 Perşembe

RÂBBENAŞK - GÖKHAN İNESİ


Rengim mat,
Kapağı sıkışmış bir kap gibi içimde seni saklamaktan..
Ve kapakçıkları sıkışmış kalplerden çıkaramamaktan seni,
Rengim, mat..
...
Dinle o zaman..
Duvarlara başını yaslayan bir matkabın çığlığıdır bu..
Ve şarkılar vidanjör sesi..

Sevdiğimiz enstrüman sesleri var aramızda ve sen,
İki gözle görülebilecek şeylerin arkasında,
Kapalı gözlerle görülen şeylerin tam içinde,
Sana el sallıyorum yine, Merhaba luna..

Gölgene tutundum,
Sabah olup usulca çıkıp giderken gece..
Gözlerine tutundum, çıkıp giderken içimden bir hece..
Suya tutundum.

Tuttunduğum suyun içinde eritilmiş bir kağıt üstünde yazılı,
Rabbena..
Rabbena Allahsa, onun gözünden,
Rabben aşk, sensin..

Dinle o zaman, tutamadıklarımın elime verdiği acının ilk harfidir bu...
Su bile, usulca acıtıyor bu sabah yüzümü..

Yüzümde nefesini hissetmediğim saatler bunlar, kısaltırsak,
Vakitsiz geçirdiğim günlerim..
Bu günlerde geçecek, ölürsek..
Dinle o zaman, ölmediğimiz her günün bizde bıraktığı anlam ve önemidir bu...

Bütün anlamların önemi kalmıyor ölünce, ve sen ölünce,
Saygıyla anıyorum seni, ayağa kalkarak, ayakta kalarak ve kıpırmadan,
Salak ve mutlu çocuklar gibi, istiklal marşı okur gibi ellerim cebimde..
Ve ben ölünce, saygı duruşu bağlanıyor topluluğun ağzına,
Yâsin...

Allah,
Yaşamak için diyorum, nefes verdi ve seni ardından,
Ve sensizliği,
Sonrası zaten ne nefesim kesildi, ne sen kayboldun.
Geri kalan bütün günlerin hepsi,
Nefes darlığıydı benim için...

Dinlediysen bu söylediklerimi, sonraki günler,
Dinleme o zaman, kimseyi...

Kısa süren hayatları ve aşkları dinleyerek ve kısacık anıların izin verdiği kadar,
Sev beni..

Sesini özlüyorum, sonra sesini duymayı.
Sonra kesilmesini..
Sesinin yağmura dokunmasını sonra, sonra toprak kokusunu..
Kar..
Çiy.
Sis,
Aşk,
Gel..

Diyebilsek keşke, gel..

Ellerinin arasından ayak parmaklarının arasına giden birşeyler var,
Elimi bırakıp gittiysen eğer,
O belki ben..
Belki su,
Yara,
Kan,
Aşk,
Gel..

Diyebilsek keşke, buna rağmen..

Gel,
Öyle bir kelime ki bu, keskin...
Ve gel dedikçe, dilim kanıyor bu yüzden..
Gel,
Gel,
Kan tükürüyorum, kan kusuyorum, kan ağlıyorum, ama gel..

Diyebilsek keşke..

Beklerken böyle, tabiriyle zaman akıp giderken kan gibi..
Kan gibi çünkü, yelkovan masum,
Ve zamanın içinde ki akrep,
Her saat başı kuyruğunu kalbime batırıyor, gelmeyecek diyerek...

Sesler bu yüzden, kan tükürmem belki bu yüzden...
Tik tak sesleri bu yüzden,
Tenimde matkap sesleri bu yüzden..

Diyebilsek keşke..
Ve senin yüzünden oldu, diyemesek..

Okursan sana bu yazdıklarımı, ve dinlersen dinle dediklerimi,
Aklına gelsin...
Dinle o zaman,
Şarkımızı.

Sesinle birlikte,
Seninle birlikte..

" Noktalarını kaybettim ben, bütün ünlem ve soru işaretlerinin... "
Râbbenaşk adın,
Adım leyl-i lâl...
Ki ben, nazarım..
Sana, değmem artık...


Gökhan İNESİ

20 Mart 2013 Çarşamba

HAYAL KIRIKLIĞI - FURKAN ABİR



Bir insanın hayal kırıklığını anlayabilmesi için öncelikle hayaller kurmuş olması ve o hayallerin kendi gözünün önünde, onun elini kolunu bağlayarak, tamamen çaresiz kaldığı an veya anlarda birden dağılıvermiş olması gereklidir. Tabii ki benim bahsettiğim tam anlamıyla gerçekleşen bir hayal kırıklığı. Ufak tefek hayal kırıklıklarına değinmeyeceğim çünkü onları hayatın her alanında çok büyük ümitler bağlamamış olsak bile görürüz. İnsanın canını yakan büyük hayal kırıklıklarıdır ; günlerce hatta bazı durumlarda yıllarca düşündüğünüz, tasarladığınız ve hayalini kurduğunuz şeylerin bazı boktan sebeplerle gerçekleşmemiş olmasıdır. Boktan sebep diyorum çünkü hayalini kurduğunuz şeylerin gerçekleşmesini engelleyen kayda değer sebepler olsa zaman içinde mutlaka bir şekilde kendinizi inandırır hiç değilse avutur, içinizde çok büyük bir ukde kalmadan yolunuza devam edebilirsiniz.

Bu 'boktan' sebeplerle gerçekleşmeyen hayaller ise insanın içinde sürekli büyüyen bir yara gibi durur. Hatta bu yara zihninizi de yanılsamaya sürükleyerek "keşke" ler, "öyle olsaydı" lar, "böyle olsaydılar" doğurur. Zamanı geri alıp denenmemiş her ihtimali denemek istersiniz. Ama o hayalini düşüncesizce, hesapsız plansız kurduğunuz oyunda taşlar geri oynatılmaz. İkinci bir şans ya da hatayı düzeltme lüksü yoktur. Görünüşte oldukça acımasız.

Hata hayal kırıklığı yaratan nesnede bulunur genellikle. İşte bu yanlışlık düzeltilmedikçe bu oyun acımasızlığını aynı oranda sürdürmeye devam eder. Hayal kırıklığında hata, hayal kırıklığı yaratan nesnede veya insanda değil, hayali kuran kişidedir. Hayal, aslında onu kuranın bir beklentisidir dolayısıyla ortada bir hayal kırıklığı oluştuğu zaman yanılmış olan hayali kuran kişidir. Nefretini, acısını dışarı kusmak yerine, onları sahiplenir onlarla yüzleşir ve onlarla yaşamayı öğrenirse kişi her hayal kırıklığından daha güçlü çıkar.

Hatayı kendi hayallerinde aramak, özeleştiri yapmak zordur. Kapasite ve kendinle barışıklık ister. Sorumluluğu üzerinden atıp dışarı nefret kusmak en kolayıdır. Genelde bu yol tercih edilir. Her hayal kırıklığı bir hatalar silsilesinin sonucudu. Bazen bu hatalar karşılıklı paylaşılmaz bile. Kılıf ayarlanır, birkaç içi boş sözle avunulur ve "kusursuzluk" korunur. Sonucunda tahmin edebileceğiniz gibi bu kişi bir arpa boyu yol alamaz, olduğu yerde sayar ve yeni hayal kırıklıklarıyla dolacak o sefil hayatına devam eder.
Hayal kırıklığının daha binbir farklı noktası üzerinde durulabilir elbette ki, benim özellikle özeleştiri kısmı üzerinde durmam birçok insanın çuvaldızı kendine batıracak kadar olgun olmamasından dolayıdır. Evet bazıları çok acıtır, insanın canını çok yakar ama unutulmamalıdır ki doğru şekilde ders alınmış her hayal kırıklığı insanı hayatında ileriye taşıyacak bir tecrübedir.

Furkan ABİR