14 Mayıs 2015 Perşembe

Necip Fazıl ve Dostoyevski Üzerinden Kumarın Edebiyata Etkileri - FATİH BALCIOĞLU

Kumar ya da günümüz Türkçesiyle ve hafifletilmiş anlamıyla şans oyunları, bir bağımlılık türü olarak psikolojideki yerini aldı. Ben bu dosyada kumarın insan psikolojisine etkisinden daha çok Türk ve dünya edebiyatına katkılarını anlatacağım. Kumar alışkanlığında serotonin, norepinefrin (adrenalin) ve dopamin gibi beyin kimyasallarındaki dengesizlikler etkili olur. Serotonin beyinde bulunan, ruh hali ve davranışın düzenlenmesinde kilit rol oynayan bir kimyasaldır. Strese yanıt olarak salgılanan bir hormon olan noreopinefrin, takıntılı kumar oyuncularının uyarılması ve risk alması ile bağlantılıdır. Beyin hücreleri dopamini, yiyecek ve cinsellik gibi zevk veren uyarıcıları aramayı öğrendiğiniz ödül sisteminin bir parçası olarak salar ve dopamin bağışıklığın gelişmesinde rol oynar.

Sıkça kullanılan bir terim olan adrenalin, aslı itibariyle strese karşı bir antitezdir. Bu durum dünyanın varoluşundan beri süregelen bir çizgidir. Milattan önce Yunanlar olimpiyatları bu algıyı yönetmek için bulmuşlardır. Günümüzde paraşütle atlama, bungee jamping gibi faaliyetler adrenalin dengesini sağlamaya ve yükseltmeye yöneliktir. Kumar ise adrenalini sürekli kılan ve her oyunda kendini yenileyerek kendini yeniden pazarlayan bir durumdur. Paraşütle atladığınızda aldığınız ilk heyecanı giderek kaybedersiniz, bu durum sizin için giderek klişe halini alır. Kumarda ise her oyun size başka sürprizler sunmaya elverişlidir. Bilinmeyene yönelik merak, kamçılayıcı bir unsurdur. Bu unsur sizi tahmin yürütmeye zorlar. Esas itibariyle yazarları bu duruma yiten iki etken vardır: bilinmeyene yönelik merak ve sahip olma güdüsü. Kuşkusuz, kumar oynayan Edgar Allan Poe'nun manevi babasıyla arasının açılması da sahip olma güdüsüyle daha zengin olmaya yönelik merakı ile ilişkilendirilebilir.

Mayıs 2013'te Ayfer Tunç katıldığı konferansta şöyle söyledi: ''Yazarlar kutsal insanlar değiller.Onları zaaflarıyla da değerlendirmeliyiz.'' Devamında ise Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kumar bağımlılığından bahsetti. Kumarda kaybettiği çoğu gün kuru bir fındıkla iştahını bastırıp uyuduğunu söyledi. Bu durum bize kumarın aç kalmayı göze alacak kadar tutkulu ve yapışkan halini gösteriyor. Edebiyatımızı doğrudan etkilemiş Necip Fazıl Kısakürek de bu durumdan muzdariptir. 4 Mart 1951'de yapılan kumarhane baskınında kumarhanedekilerden biri de Necip Fazıl Kısakürek'tir. Yaptığı savunmada yazacağı bir eserde kullanmak üzere, kumarhaneler hakkında bilgi toplamak için orada olduğunu söyler. Bu doğru değildir, Necip Fazıl'ın kumar alışkanlığı ilerleyen yıllarda da değişmeyecektir. Murat Bardakçı katıldığı canlı yayında, 72-73 yıllarında Necip Fazıl'ı kumar masasında gördüğünü ve masada 10 bin lira olduğunu belirtir. Kadir Mısıroğlu ''Necip Fazıl'a Dair'' adlı kitabında Necip Fazıl'ın kumar hayatına geniş yer verir. Kumar oynamak için Akbank'tan aldığı 30 bin lira borcu -o zamanlar 5 tonluk Austin kamyonun 5 bin lira olduğu söylenir ki, bu para da 6 tane kamyon parasına eşittir-  ödeyemeyince dönemin Akbank umum müdürü Erol Dallı Necip Fazıl'a ilginç bir teklif sunar. Aynı zamanda Türkiye Jokey Klubü başkanı olan Erol Dallı Necip Fazıl'a borçları karşılığında atlar için bir kitap yazmasını teklif eder ve Necip Fazıl da bu teklifi kabul eder. Telifini Türkiye Jokey Klubü verir. ''At'a Senfoni'' kitabı bu şekilde ortaya çıkar. Belki de Necip Fazıl atlar için özel bir çalışma yapıp kitap çıkarmayacaktı, ama şüphesiz atları ve at yarışlarını çok seviyordu. At'a Senfoni kitabında yer alan ''Ata binilmez,yükselinir.'' ifadesi edebiyatımızdaki en ilginç ifadelerden birisidir. Yine aynı kitabının ''Müşterek Bahis'' bölümünde  bahis hakkındaki düşüncelerini şöyle paylaşır: ''Bu iş (müşterek bahis), mücerret prensip olarak, atın melek mânasına insanların musallat ettiği şeytandır; ve tıpkı insandan nefsin ayrılmasına imkân bulunmadığı gibi, onu, hipodromların üstüne kanat germekten alıkoymak kabil değildir. Atı, insan koşturacak ve insan seyredecek oldukça, her yerde ve her işte göründüğü gibi, mutlaka nefsaniyet tecelli edecek; o da biricik ifade ve tercümesini parayla iddialaşmak şeklinde gösterecektir. Birkaç asırdan beri münakaşa mevzuu olan bu mesele üzerinde bütün cihan, müşterek bahis kalkacak olursa yarış yerine tek ferdin gelmeyeceği; dolayısıyla bu işi besleyici iktisadî pazarın yıkılacağı ve ikramiye kaynağının kuruyacağı teşhisinde müttefiktir. Yarış olmayınca ıstıfa, ıstıfa olmayınca at olmaz.'' Necip Fazıl bahsin yarışlardan koparılamayacağı, aksi takdir iktisadî pazarın yıkılacağı düşüncesinde yanılmıştır. Günümüzde Dubai hem müşterek bahisi yasaklamasıyla hem de atlara verdiği yüksek kıymet ve değerle bunu ispatlamıştır. Müşterek bahsi kaldırmanın imkansız olduğu görüşünde olan Necip Fazıl kitabın bir bölümünde değişik bir teklif sunar: ''Atı ıslah ve ıstıfa dâvasının biricik tılsım dairesi olan yarış yerinden müşterek bahsi kaldırmak yerine, onun şerrini azaltmaktan başka çaremiz kalır mı?''

Necip Fazıl'ın Bab-ı Âli kitabında kumar,kadın ve kokain olarak kodlanan ''Beyza Hanım'' kollarını açan ve ''gel'' diyen bir bağımlılıktır. Necip Fazıl Çile'nin önsözünde şunları yazar: ''Şiirlerim (eserlerim) yemişin içini, şiir hakkında düşündüklerim de kabuğunu gösteriyor.'' Kendi deyimiyle yemişin içini, diğer eserlerinde de görmek mümkün. Nam-ı Diğer Parmaksız Salih adlı piyesinde eski kumarbaz bir babayla kumarbaz çocuğunu bir arada görürüz. Bu eserde psikologların ortak kanısı olan ''eğer anne babanızda kumar sorunu varsa, sizde de olması ihtimali daha da yüksektir'' düşüncesini destekler niteliktedir. Şüphesiz, Necip Fazıl bunu çok iyi biliyordu. Onu böylesine başarılı kılan da, yaşanmış bu duyguları birebir okuyucuya yansıtabilmesiydi.

Dünya edebiyatında ise kumarla özdeşleşen tek bir kişi vardır: Dostoyevski. Stefan Zweig, Üç Büyük Usta adlı eserinde Dostoyevski'nin bu bağımlılığı için şunları söyler: ''Kumar onu, Sixtine Madonnası'ndan, Michelangelo'nun heykellerinden, bütün dünyanın sanat ve uygarlığından daha fazla etkilemiş, büyülemişti. Çünkü kumarda bir gerginlik ve karar verme söz konusuydu: Kırmızı mı siyah mı, tek mi çift mi, mutluluk mu yoksa tam bir yıkılış mı? Kazanacak mı yoksa kaybedecek mi? Bütün bunlar rulet çarkının döndüğü o kısacık süre içerisine sıkışmıştı: Bir acı veya sevinç şimşeği içindeki o şiddetli gerginlik Dostoyevski'nin karakterine uygun gelmekteydi.'' Stefan Zweig'in Dostoyevski'nin kumar oynarken barındırdığı psikolojiye dair tespitleri dikkate değerdir: ''Dostoyevski, kumar oynarken kaderine meydan okumaktadır. Kumar masasına koyduğu şey aslında para değildir, sahip olduğu son metelik değildir; o, bütün varlığını koymaktadır ortaya; kazandığı şey de para değil, sinirlerinin alabildiğine sarhoş olması, korkunç bir sıkıntı, evrenin şeytani anlamıdır.'' Dostoyevski kardeşi Mihail ile birlikte iki dergi çıkardı. Özellikle ikinci çıkardığı ''Epoha'' adlı derginin tüm kazançlarını kumara yatırmıştır. Çünkü dergi çıkmadan 1 yıl önce yaptığı yurtdışı gezisi kumar hayatının zirvesiydi ve Dostoyevski hala etkisindeydi. Almanya'nın Wiesbaden şehrinde yaşadığı kumar eğlencelerinin bir bölümünü  üstü kapalı bir şekilde Kumarbaz kitabında anlatmıştır. Kumarbaz kitabında çizdiği ''Büyükanne'' tipi, bizzat kendisidir. Kitabın bir bölümünde şöyle der: ''Büyükanne büyük bir sabırsızlık içindeydi. Sinirleri gergin bir durumdaydı. Açıkça görülüyordu ki kafası hep rulet oyunu ile doluydu. Başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor, dalgın duruyordu.'' Dostoyevski gergin ve sinirli hallerini dengelemek için adrenaline sıkça başvururdu. Bu adrenalini dindirmeyi de kumar aracılığıyla yapardı. Kumar ne isterdi? Hiçbir zaman doymamak, heyecanlı olmak, kendini kontrol edememek. Bunların hepsi Dostoyevski'de fazlasıyla vardı. Suç ve Ceza'da Raskolnikov ve Svidrigailov, Karamazov Kardeşler'de İvan, Rakitin ve Smerdyakov, Ecinniler'de Şatov bunun en büyük göstergesidir.

Dostoyevski'nin Epoha'nın kazancını gözünü kırpmadan kumara yatırdığını söylemiştim. Aynı şey Necip Fazıl için de geçerlidir. Süleyman Hilmi Tunahan'ın Kemal Kacar aracılığıyla Kadıköy'deki villasını sattırıp Necip Fazıl'a dergi işlerinde kullanması için tahsis ettiği matbaayı Necip Fazıl kumarda kaybetmiştir. Hem Dostoyevski hem de Necip Fazıl adrenaline düşkün insanlardı. Bu adrenalin her ikisini de gerektirdiği zaman cesaretli davranmaya sürükledi. Necip Fazıl'ı Türkiye'de düşünülmesi bile mevzubahis edilemeyen konuları söylemeye yiten bu cesareti değil midir?  Dostoyevski'nin mekanı elinin tersiyle yiten insanların ilgisini insanın kendisine, iç dünyanın çıplaklığına sürükleyen tavrında bu cesaretin payı yok mudur? İki yazarı da bu denli başarılı kılan en önemli etkenlerden biri de içgüdüleridir. Bu içgüdüler kimi insanı bataklığa sürüklerken, kimilerini de -Necip Fazıl, Dostoyevski gibi- zirveye taşımaktadır. Goethe'nin ''Bir yerde, bir noktada duramaman: seni büyük yapan da bu değil mi?'' sözü sanki Necip Fazıl ve Dostoyevski gibi içgüdülerinin esiri olmayan, aksine içgüdülerini kendine esir eden kişiler için söylenmiştir.

Fatih Balcıoğlu

Granada Edebiyat Dergisi'nin Nisan-Haziran 2015 sayısından alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder