15 Şubat 2014 Cumartesi

NEŞʾE-İ MÂSÛMÂNE — RECÂİZÂDE MAHMÛD EKREM



           Hele şu mâsûmun neşʾesine bak. Şu tipi ʿâlemine… Şu korkunç fırtınayı da kendisine bâzîçe-i hayâl etmiş. Şu yağan soğuk şeyler nazarında gûyâ kar değil de yâsemin çiçeğidir ki melâike-i semâ etek etek zemîne serpiyorlar. Havada uçan kuşları kapacak gibi köpükler içinde kabaran şu emvâc-ı hurûşânı seyrettikçe şevkinden ellerini, kollarını oynatıyor. Ruh-ı latîfi ʿavâlim-i  ʿulviyye ile idâme-i münâsebet ederken kuvve-i  fikr ve nazarı hâlâ pîş-nigâhındaki cism-i şeffâfın öte tarafına geçmekten ʿâcîz. Şu dakîkada kim bilir ne kadar sabî-i  bî-günâhın, ne kadar yetîm-i  bî-kesin ellerini, ayaklarını donduran — kim bilir ne kadar ʿalîl-i dermândanın , ne kadar pîr-i  nâ-tüvânın ızdırâb ve âlâmını tezyîd ve teşdîd eden — kim bilir ne kadar garîb bir hâne, bir düşün. Ne kadar fakîr-i  bî-zehîrin hâlini perîşân eyleyen, kim bilir ne kadar, binlerce nüfûsun esbâb-ı  helâkını hazırlayan bu dehşetli hâlin ne olduğundan bî-haber. Şimdi şu pencereleri açıversem teʾsîr-i berd ile vücûdunda bir ızdırâb-ı şedîd hissedinceye kadar ondan da memnûn olacak. Şimdi kolundan tutup bahçedeki kar yığıntısının içine bırakıversem kendini en büyük bir emeline nâil olmuş kadar bahtiyâr sayacak.

           Ne garîb şey! Şimdi bir karabatağın denize daldığını görür, sevincinden haykırmaya başlar. Bilmez ki o hayvânın bu hareketi eğlence için değil , kendisinden daha zararsız bir diğer hayvânı ekl ve belʿ içindir. Düşünmez ki bir kavînin bir zayıfı dâimâ mağlûb ve mahkûm etmese bu ʿâlem-i kevn ve fesâdın en hüzn-i engîz , en yeʾs-i bahş olan kavâʿid-i câriyesindendir. Hele hiç hâtırına getirmez ki kendisinden iki sene daha evvel dünyaya gelmiş diğer bir sabî istediği hâlde bunun oyuncaklarını cebren elinden alır. İsterse yanağına bir de şamar vurur.

           Şimdi bir kayığın geçtiğini görür, beşûşâne çığrınır. Kendisinin de o kayık içinde bulunmasına arzu gösterir. İdrâk edemez ki o bir balıkçıdır. O meşakkati haz ve tenezzehe için değil, fakr ve ihtiyâc gibi bir sâika-yı ârâm sözüyle ihtiyâr etmiş. Kulübesinde ekmeksiz, kömürsüz kudûmüne muntazır olan ʿâilesine keffâf-ı  nefs-i  tedârikine çıkmış. İhtimâl ki ona da muvaffak olamadığından yeʾs ve fütûrî kuvvetini kesmiş. O hâl ile soğuk kemiklerine kadar işlemiş.

           Âh gâfil çocuk! Kürre-i  kamer arza sukût etse, dağlar havaya fırlasa, denizler kaʿr sâfiline çekilse, ʿâlemi baştan başa bir tûfân ihâtâ eylese, cihân yekpâre bir yanardağ kesilse, kıyâmet kopsa, kendisine ezâ verecek bir hâl olmadıktan ve oyuncaklarına bir zarar gelmedikten sonra katʿiyyen vazîfesinde bile olmayacak. Fakat garîbtir ki baʿzan bir küpün yarısının feryâd-ı mütezallimânesini işitmekle ʿâdetâ mahzûn oluyor.



                                                                                                    Recâizâde Mahmûd Ekrem
HAFTANIN KİTAP ÖNERİSİ: TIKLAYINIZ...

2 yorum:

  1. "küpün yarısının" değil "köpek yavrusunun" olacak

    YanıtlaSil
  2. Küpün yarısı değil de köpek yavrusunun feryâd-ı mütezallimânesini işitmekle adeta mahzun oluyor olmasın ? Küpün yarısına anlam veremedim ben ?

    YanıtlaSil