16 Mayıs 2013 Perşembe

AMER İLE ÖMER - MELEK TUNÇ


TİYATRO

1. PERDE
Suriye ve Hatay'ın arasındaki sınır çizgisi dikenli bir tel örgüyle belirlenmişti... Sahi neydi bu tel örgüler? Neydi bu sınır çizgisi denen somut kavram? Bu sınırlar niçindi? Niçin insanlar sınırlandırılıyordu? Bunların pek çok cevabı vardı elbet. Ama insanlar farkında değillerdi. Bir kuş gibi kafesin içine itildiklerinin. Farkına vardıklarında ise kanat çırpıyorlardı. Ama nafile. Renkli kanatları buz tutmuş demirlere çarpıyordu.
İşte sınırın daha ne anlama geldiğini bilmeyen masum insanlardandı. Amer ile Ömer... Ve ne yazık ki bu iki masum bir kafesin içinde doğdular. Büyüdüler. Ve ... ve yaşamaktalar...

KADERİN BAŞLANGIÇ ÇİZGİSİ 
(Ömer, annesiyle pazara çıkmıştır. Annesi bir elinde pazar torbalarını tutarken diğer eliyle de Ömer'in elinden tutar. Ama Ömer az önce yanından geçtikleri ayakkabı tezgahına bakabilmek için durur. Annesi Ömer'in yürümediğini görünce o da durur.)
ANNE: Eee haydi oğlum! Niye yürümüyorsun?
(Torbaları yere bırakır ve daha sağlam tutarak tekrar eline alır. Oğluna bakar. Oğlunun baktığı yöne çevirir gözlerini. Ayakkabı tezgahını görünce üzgün ve cılız bir sesle.)
ANNE: Oğlum... 
ÖMER: (Heyecanla.) Anaa! Anaa! Bak... alacağım demiştin. Bak işte ayakkabı. Ne olur ana ne olur alalım!
ANNE: Ama oğlum...
(Ömer annesinin elini bırakır. Ayakkabı tezgahının önüne koşar ve eline bir ayakkabı alır. Annesine gösterir.)
ÖMER: İşte ana bunu istiyorum. (Masumlaşır.) N'olur...
(Annesi tezgahın önüne gelir. Elindekileri yere bırakır. Ömer'in elindeki ayakkabıyı alır. Pazarcıya döner.)
ANNE: Bu ne kadar amca?
PAZARCI: On lira bacım.
(Annesi cüzdanını açar. Ama sadece yedi lirası vardır. Cüzdanı karıştırır belki bir iki kuruş daha çıkar diye. Ama nafile. Usulca cüzdanı kapatır. Ömer'e döner.)
ANNE: Oğlum... o kadar param yok. Bugün bırakalım olur? Haftaya söz alacağım...
(Ömer'in alt dudağı düşer. Kollarını birbirine bağlar. Pazarcı bu olayın farkındadır.)
PAZARCI: Bacım ne kadarın var?
ANNE: (Tüm parayı eline alır ve pazarcıya gösterir.) Yedi lira.
PAZARCI: Üç beş kuruştan ne olacak bacım. Yedi lira yeterlidir. (Gülmser.) 
ANNE: Ne... ne diyeceğimi bilmiyorum amca. Çok... çok sağ olun.
PAZARCI: Ne olacak bacım. Şuncacık çocuğu üzmek olur mu hiç?
(Annesi, pazarcıya sımsıcacık gülümser. Pazarcıya parasını verir ve ayakkabıyı Ömer'e uzatır.)
ÖMER: Bu benim mi şimdi ana?
ANNE: Hee... senin (Gülümser.)
(Ömer annesinin yamaladığı terlikleri çıkarır. Yeni aldıkları ayakkabıyı giyer. Yerinde bir iki zıplar ve annesine kucak dolusu sarılır, yanağına öpücük kondurur. Ayakkabısına baka baka evin yolunu tutarlar...)
perde kapanır.

2. PERDE
AMER ile ÖMER'İN KADER ÇİZGİLERİNİN KESİŞTİĞİ AN
(Pazardan geleli beş-on dakika olmuştur. Annesi mutfağa geçer ve aldıklarını buzdolabına yerleştirirken. Ömer gelir.) 
ÖMER: Ana biraz dışarı çıkayım mı?
(Annesi mutfak camında komşu ülkeden gelen sessizliği inceler. Huzursuzlanır ama Ömer'in de hevesini kırmak istemez.)
ANNE: Çık oğlum ama şu tellerin oraya gitmek yok. Tamam mı?
ÖMER: (Annesine sarılır yine.) Tamam ana... (gülümser.)
(Ömer kapıyı açar ve hızla dışarı koşar. Ayakkabılarına baka baka oradan oraya kelebek gibi uçar. On-onbeş metre ilerdeki telin arkasında duran bir şey dikkatini çeker. Koşmaya başlar, annesi ise o esnada Ömer'e bakmak için pencereye çıkmıştır. Ömer'in koştuğunu görünce telaşlanır.)
ANNE: Ömeeer! Ömeeer! Oğluumm nereye? Gel buraya!
(Ömer'in duymadığını görünce telaşı ikiye katlanır. Elindeki domates poşetini hızla yere atar ve o da arkasından koşar. Ömer ile telin arasında bir metre var ya da yok. Ömer durur. Nefes nefesedir. Yürür, telin arkasındaki akranına yaklaşır.)
ÖMER: Sen kimsin?
AMER: ... (Sessiz sessiz hıçkırarak Ömer'e bakar.)
ÖMER: Üstüne başına n'oldu?
AMER: ...
ÖMER: Anan nerede?
AMER: ... 
ÖMER: Dilini mi yuttun? Konuşsana!
AMER: ... (Dikkatini Ömer'in ayakkabıları çeker.)
ÖMER: Nasıl beğendin mi? Anam bugün aldı. (Amer'in ayaklarına bakar.) Senin ayakkabın yok mu? 
(O esnada annesi omzuna dokunur.)
ANNE: Oğlum ben sana ne dedim?
ÖMER: (Üzgün bir şekilde.) Ana bak onun ayakkabısı yok.
ANNE: (Üzülür.) Çok yazık oğlum ama elimizden bir şey gelmez ki... 
(Ömer'in aklına bir şey gelmişti. Ayakkabılarını çıkarır. Ve ondan büyük olan tel örgünün arkasına doğru atmaya çalışır. Ama tekrar kendi tarafına düşer.)
ANNE: Oğlum ama sen çok istemiştin bu ayakkabıları.
ÖMER: (Yerden ayakkabıyı tekrar alıp atarken.) Benim hiç değilse terliklerim var. Ama ona baksana ana... 
(Annesi hiçbir şey söylemez. Oğlunun elinden ayakkabıyı alır ve Amer'in bulunduğu tarafa atar. Amer'in yakınına düşer.)
ÖMER: Al hadi şimdi giy... Hadi hadi... çabuk giy!
(Amer ayakkabıları yerden alır. Kucağında tutar.)
AMER: (Titrek bir sesle.) Teşekkür ederim.
ÖMER: (Gözlerinin içiyle gülümser.) Hadi onları giy.
(Yakınlarda bir bomba patlar. Silahlar yine konuşmaya başlar. Hepsi birbirlerine korkuyla bakar.)
ANNE: Haydi oğlum gidelim. (Ömer'in elinden tutar.)
ÖMER: (Eliyle Amer'i işaret eder.) Ama o!
ANNE: (Üzülür.) Elimizden bir şey gelmez oğlum. Onun koruyucusu yine kaçışı. (Amer'e döner.) Hadi oğlum sende kaç... Git! Saklan bir yerlerde...
(Bir bomba daha patlar. Bu kez çok şiddetli.)
ANNE: Hadi hadi yürü (Ömer, arkasına baka baka yürür. Amer el sallar ve ayakkabılara sıkı sıkı sarılarak hızla koşmaya başlar. Ömer de ona el sallarken, aniden yere yığılır. Annesi ne olduğunu anlamaz. Ve durur. Oğlunun başından akan parlak kanı görünce dizlerinin üzerine çöker ve şaşkınca ne yapacağını anlayamaz. Dokunamaz. Ve birden boğazını tutan yumruk gevşer. Haykırır. Ağlar. Ağlar. Saçını başını çeke çeke, dizlerine vura vura, ağıtlar yaka yaka ağlar. Durur...)
perde kapanır.

3. PERDE
KADERİN BİTİŞ ÇİZGİSİ
"26 sene sonra..."
(Amer elinde rengarenk karanfiller ve su testisiyle Ömer'in mezarlığına gelir. Elindekileri küçük mezarın kenarına bırakır ve çömelir.) 
AMER: Merhaba küçük adam... (Mezar taşına dokunur.) Beni hatırladın mı? Ben Amer. Sınırın ötesindeki çocuk. Ayakkabını hiç düşünmeden verdiğin, o tellerin arkasındaki kirli yüzlü, yalınayak duran, üstü başı annesinin sıcak kanıyla boyanmış masum çocuğum. Tabi o zamanlara rağmen masumluğum aktı. Gitti benden. Çünkü; kirli bir yüzdüm. Ne kadar yağmur yağarsa yağsın, senin ki gibi temiz olmadım... Olamadım... Sen (Durur. Derin bir nefes alır ve yavaşça verir.) Sen ki yağmur ve güneşin çocuğuydun. (Tıslayarak güler. Fısıltıyla.) Sen gökkuşağıydın Ömer... (Derin bir nefes alır ve verir.)
Biliyor musun Ömer? Ben bir yazar oldum. O senelerde senin halkın bana sahip çıktı. Yedirdi. İçirdi. Giydirdi. Büyüttü. Eğitti. Okuttu. Daha nice iyilikleri dokundu bana . Tıpkı senin gibi...
(Birkaç dakika susar. Aniden bir konuyu anlatıyormuşcasına devam eder.) 
Sonra bir gün yine masa başında otururken, bir hikaye yazmaya çalıştım. Yazdım. Sildim. Yazdım. Çizdim. Yazamadım. Attım. Ben bir yazardım. Evet! Çok sevilen ve sayılan bir yazar... Ama amacım hiçbir zaman çok para kazanmak olmadı. Evet! Para bu zamanda önemli. Önemli ama... seni anlatabilmem için kelimeleri satın alabilecek kadar da bir değeri yok. Ya da o kadar zengin değilim. (Güler.) Yani anlayacağın ne satın alabildim kelimeleri senin için ne de kumbaramda biriktirdiğim kelimelerle sonlandırabildim hikayeni... Gerçi hiç başlayamamıştım ki sonlandırayım (Küçük bir kahkaha atar. Bir süre surar. Mezarı inceler.)
Biliyor musun? (Mezar taşına bakar. Güler.) Annemin de bir mezarı var artık. Tabi o Suriye'de ama olsun. Ben onu sürekli ziyarete giderim. Gidiyorum da. (Bir çocuk gibi mahsunlaşır.) Senin yanına da geleceğim elbet. Eğer gelmezsem. Sokaktaki mendil satan öksüz, yetim çocukların yüzlerinde beni ayıpladığını daima göreceğim. Ki bu beni hep huzursuz edecektir, üzecektir çocuk... 
(Sessizleşir yine. Sonra dalgın dalgın konuşmaya başlar.)
Ve biliyor musun Ömer? Tanrı aslında bize çok güzel bir resim çizmiş. Önce sonsuz maviliğini sundu. Deniz ve gökyüzünü. Sonra yeryüzünü. Yeşilliklerle bezeli cennetinin benzerini. Adem Babamızı ve Havva Annemizi buraya gönderdi. Ve bir sınır çizgisi olmadan Ademoğulları ve Havvakızları yaşamaya başladı. Yüzyıllar geçti ve sonra insanlık öldü ama insanlar çoğalmaya başladı. İşte tam da burada kafeslere tıkıldık. Sınırlandırıldık. Hala da öyle!.. 
(Dişlerini sıkar. Keskin bir şekilde nefesini verir. Müzik başlar ve küçük mezara bakar hüzünle gülümser. Sanki Ömer'in kanlı canlı başını okşuyormuşcasına toprağı okşamaya başlar. Yanında getirdiği karanfillere uzanır ve usulca üzerine örter. Su testisini alır. Toprağın her bir yanını kuru bırakmaksızın ıslatır. Su bitmiştir. Yavaşça testiyi kenara bırakır. Ayağa kalkar. Ellerini semaya açar ve dua eder. Ellerini yüzüne sürerken, müzikte son notasını çalmaktadır. Çantasını açar. Ömer'in ona verdiği ayakkabıları şimdi o, onun ayak kısmına bırakır. Tam giderken durur. Mezara döner yüzünü.)
AMER: Ve biliyor musun çocuk? Tanrı senin gibi bir çocuğu olduğunu bilse, şüphesiz bizleri yaratmazdı. Esenlikle kal. Yine geleceğim...
(Ellerini cebine koyar ve mezarlıktan yavaş yavaş uzaklaşırken kırmızı kadife perde de siyah gölgesini oyunun üzerine örterek kapanır...)

Müzik: Cem Adrian'dan
"DÜN GECE BİR RÜYA GÖRDÜM ANNE"

MELEK TUNÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder