10 Mayıs 2013 Cuma

NEYE İNANALIM ? - FURKAN ABİR


  İnanç … Kulağa geldiğinde insan üzerinde ne kadar da olumlu bir etki bırakıyor. İnançtan kastım ilahi bir inanç değil, hayata karşı bizim savunma mekanizmalarımızın ürünü olan inanç. Değişkenlik gösterse de herkesin hayatta kişilere, olaylara, zamana dair birtakım inançları var. Benimse şu an aklımda tek bir soru var : Bir tesadüf bir soruyu ne kadar anlamlı kılabilir ?


Pazar sabahı keyfiyetten erken uyananları Allah cehennemde yakacak olsa da, yananlar kervanına katılmak zorundaydım zira arkadaşımla buluşacaktım ve geç kalmam cehennemi beklemeden daha bu dünyada yanacağım anlamına geliyordu. Uyanınca uygulanan prosedürleri uyguladım ve bir saat içinde kendimi dışarı attım. İstanbul pazar günleri biraz daha çekilebilir oluyor. Arkadaşımla Taksim’de buluştum. Orada yapılabilecek herşey birbirine benzer, az çok tahmin edersiniz. Akşam olunca arkadaşımı otobüse bindirdim ve metroya yöneldim.

Metroya gelmeden, artık yüzüne aşina olduğum mendil satan bir kız çocuğu gördüm. 8-9 yaşlarında, saçları kıvırcık, dünya tatlısı bir çocuk bu. Daha önce onu Beşiktaş’ta, Mecidiyeköy’de, Fulya’da yine mendil satarken görmüştüm. Onu ne zaman görsem bazı zekâ timsali kişilerin bana “burası İstanbul , kimseye inanmayacaksın, herkes başının çaresine bakmalı” darb-ı meselleri gelir ve bu paranoidlerin sözlerini çiğnemek için, gider ona elimden geldiği kadar yardım ederim.

Çocuk bana 15-20 adım uzaklıktaydı, gelip geçenler tarafından pek umursandığı söylenemezdi. Taksim’de genellikle etek boyu üç parmaktan fazla olan hiç kimse toplumun ilgisini çekmez. Bir an içimi bir coşku kapladı ve kızın yanına gittim, oturdum.

- Senin adın ne ablacım ?
-Ecem.
Sesi net ama korkakt
ı. İsmi bende çoktan kapanmış olsa da, derin bir yarayı ifade ediyordu.
-İsmin güzelmiş. Kafasını hafifçe salladı, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu.
- Neden buradasın?
Cevabını bildiğim sorular sormaktan nefret etsem de, içimde dayanılmaz bir konuşma isteği vardı.
- Neden olacak, yemek lâzım, yemek için de para …
Sade, net, dürüst, tertemiz bir cevap. Demek ki k
ız fakirliğin utanılmayacak bir şey olduğunu biliyor. Aklıma hemen hemen aynı yaşlardaki yeğenimin, yaşı küçük olduğu için bisiklet alınmayınca yaptığı maymunluklar geldi ve kızın olgunluğuna hayran kaldım.
-Baban para kazanmıyor mu ?
- Sana ne ! Benim bunları satmam lâzım, konuşturma beni.
Önünde 7-8 tane mendil vard
ı. Mendilleri önünden çektim ve parasını verdim.
- Bu kadar iş yeter hadi gel yemek yiyelim.
-Eve gitmem lâzım.
-Peki.

Ben giderken arkamdan seslendi:

- Abi, sen kötü biri de
ğilsin…

Onu da anlamak gerekiyordu. Küçücük yaşında travestinin, satanistin, alkoliğin, esrarkeşin, kol gezdiği bir yerde yaşamaya çalışıyordu. Benim kötü niyetli olup olmadığımı anlamak için kendince bir teste tâbi tutmuştu. İnsanların beni sınamasını asla sevmesem de bıcırığa sevgim bir kat daha arttı.

Yakın bir mekâna yemeğe oturduk. Ben söylemesem utangaçlığından bir şey yiyeceği de yoktu. Yemeğimizi yedik ve bir abi-kardeş gibi sohbet ettik. Kızın babası dört sene önce ölmüş, 7 yaşında bir kızkardeşi var, annesini iki sene önce kazada kaybediyor ve Tarlabaşı’nda dul olan teyzesinin yanında kalmaya başlıyorlar. Bu kadar boktan durumlar keşke filmlerde olsa diye düşündüm. Ben insanın bu kadar küçük bir yaşta, bu durumda kendisine ne gibi çıkış yolları üretebileceğini düşünedururken, telefonuma bir mesaj geldi, arkadaşım “ay bu gün keşke Taksim yerine Ortaköy’e gitseydik, hem kumpir de yerdik, canım çekti ya of “ diyor. Dünyada 7 milyar insan, 7 milyar farklı sorun var ve tabii ki herkesi kendi sorunları ilgilendiriyor.

- Abi, ben artık gideyim geç oldu.
- Peki bundan sonra ne yapacaksın ?
Sanki çocu
ğun hayatını kurtarmış ve ona birçok seçenek sunmuştum. Ne kadar aptalca bir soru olduğunu ancak şimdi idrak edebildim.
- Mendil satacağım. Gözleri yere sabitlendi. “Çünkü satmazsam teyzem kardeşime de bana da yemek vermez.”
- Okulunu güzel bitirirsen büyüyünce teyzene ihtiyacın kalmaz, devlette sana burs verir.

Resmen evrim geçirmi
ştim. Sanki 70 yaşındaydım ve torunuma tavsiye veriyordum. Ayrıca sosyal devlet algımda fazlasıyla komik, devlet karşılığını almadığı hiçbir şey vermez, bu çocuğun verebilecek neyi var ki ?

- Ne okuması abi, benim bir an önce para kazanmam lâzım.
- Okursan para kazanırsın.
- Okumak uzun, para olmadan okunmaz.

Hani bir söz var, facebookta, twitterda, sevgilisinden ayr
ılan ergen kırmaları hemen buna sarılır. “İdam sehpasındaki mahkuma çok yaşa demek gibiydi bazı umutlarımız.” Hayır. İdam sehpasındaki mahkuma çok yaşa demek, şu an benim bu çocuğa yaptığım şeydi.

- Hayatta inandığın şeyler olsun, umudunu kaybettiğinde onlara sarıl ve inançların için çabala.
- Peki neye inanayım ?

Bir cevap beklemeden kalktı ve gitti. Doğrusu o beylik lafları ederken böyle bir soruyla karşılaşacağımı ummuyordum. Çakıldım kaldım. Oturmaya devam ettim, sadece bunu düşünüyordum. Çocuğun geçmişteki ve şu an sürmekte olan yaşamına baktığımda neye inanabilirdi ?

Beynim için yorucu bir gece olmuştu. Mecidiyeköy’e geldiğimde “ yeter ulan, dünyayı ben mi kurtarıcam” tarzı salak saçma laflar söyleyip kafamdan düşünceleri kovmaya çalıştım. İnsanlara, insanlar yardım etmezse kim yardım edecek, uzaylılar mı ? Ancak bu o zaman aklımdan geçen şey değildi, tek isteğim o ruh halinden kurtulmaktı.

Kahve insanlığın en yararlı buluşlarından birisi. Bir mekâna kahve içmek için oturdum. Kahve gelene kadar etrafı seyretmeye başladım. Karşı masada iki çocuk, gündem Benfica- Fenerbahçe maçı. Yan masada bir çift ; surat ifadelerinde aptal bir memnuniyet ve tartışma havası var. Herhalde doğmamış çocuklarına isim arıyor zavallılar, diye düşündüm. Onların yan masasında ise o an görmek isteyeceğim en son manzaralardan birini gördüm. Şu ilk aşk denen zımbırtı hakkında çok atılıp tutuldu bu güne kadar. Unutulması ise bence sessizlikle mümkündür. Hatta unutmak mümkün değildir, mümkün olan sadece hatırlamamaktır. Ama “o” iki yan masamda bana yine kendini hatırlattı. Beni fark etmemişti. Yanındaki arkadaşıyla sohbet koyuydu. Ciğerini bilirim, 3956. babetini alacaktır da hangi renk alsam diye karşısındakinden fikir istiyordur. Hatıralar, resimler, ayrıldıktan sonra o boşluğa alışmak için geçirdiğim rezalet günler hepsi bir bir gözümün önünden geçti.

En önemlisi de birlikte yapılan planlar, artık ikimiz tarafından da başkalarıyla yapılıyordu, belki yarın başkalarıyla yapılacaktı. Görünmeyen bir el sanki mideme bıçak sapladı. Zaman ve mekân algımı kaybetmiştim. Garsonun sesiyle irkildim:
- Kahveniz ..
Benimse dalgınlıkla ağzımdan küçük kızın sorduğu soru dökülüverdi:
- Neye inanayım?
Garson;
- Anlayamadım?

O anlayamadı, bir de size soralım:

Neye inanalım?


Furkan ABİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder