27 Nisan 2013 Cumartesi

NİYÂZÎ-İ MISRÎ'NİN BİR BEYTİNİN ŞERHİ - İSLAM ÇOBAN


"Köstebektir köstebektir köstebek
Ol münâf
ıklar vezîr olsun ya bek" Niyâzî-i Mısrî

Allah insanları dünyaya gönderirken, onları ortak bir frekansa bağlamıştır; muhabbet yani aşk.İnsanlar yaşamlarını devam ettirirken, dâimâ bir şeylere âşık olmuştur. Kimisinde nesnesel aşk -yani maddeye aşk- olarak vâki’ olan bu duygu, kimisinde mecâzî aşk veya tanrısal aşk olarak tezâhür eder.

Maddeye (para, mal ve mülk gibi şeylere) âşık olanlar ömürlerini bu yolda kazanç için tüketir. Ma'nâya âşık olanlar ise bu nevi'den uğraşlar peşinde olmayı oyalanma olarak kabul eder;

Mal da yalan mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan” diyen Yûnus Emre gibi.
Â
şık olan ârif olur, ârif olan zâhirde bâtını görür.

Bâtın, gizlenmiş olan âlem olarak kabul edilirse; zâhir, görünen ve yaşanılan âlem olarak düşünülebilir. Bu durumu, ceviz misali vererek anlatırsak; ceviz kabuğu zâhir, ceviz in içi ise bâtındır. Niyâzî-i Mısrî de bâtını idrâk edebilecek kâbiliyetteki zevâttandır. Ömrünü ma'nâya fedâ etmiş, fânî için bâkîden vazgeçmemiştir.

Ârif olan insan, Allah'ın ef'âlini (fiilleri yani yaptığı işler), sıfatını (özellikleri) ve zâtını (kendisini) bilen ve gören kişidir. İnsana verilen gözler zâhir âlem için görme kabiliyetine sahip olsa da bâtınî âlemi görme hünerine kâbil değildir.

Allah'ın varlığını kabul eden kalp, onun yaptıklarını kabul eder; bu durum ef'âl aşamasıdır. Sonrasında, onun fiillerinin sebeplerini bilmek gerekir ki sıfat aşamasına gelinebilsin. Sıfatın kalple kabûlüne müteakiben, onun zâtının "görülmesi" aşaması gelir. Onu gören ve idrâk eden akıl, kontrolü kalbe bırakır.

Köstebek hayvanını duymuşuzdur. Bu hayvan, gözleri kör olarak yaratılmış ve âleme kendisine verilen görevi yapmak için gönderilmiştir. Öte yandan köstebekler toprağın altında yuva yaparken iki kapı yaparlar; biri giriş, diğeri çıkış. Çıkış kapısına "nâfika" denir ki; bu kelime de nifak ve münâfık gibi "ne-fe-ka" kökünden türer.

Niyâzî-i Mısrî, "Köstebektir köstebektir köstebek." diyerek, saydığımız üç yönden kör olan insanı anlatır. Hakkı görmeyen bu gözler, köstebek gözü gibidir. Göremez o göz; çünkü mühürlenmiştir; der. Bu gözlere sahip kimseleri münâfık kabul eder Niyâzî-i Mısrî. Zirâ münâfıkların da köstebekler gibi, dinden kaçabilmek için dâimâ başka bir kapısı vardır.

Niyâzî-i Mısrî, burada âdeta Tevbe Sûresi'nin 57. âyetini delîl gösteriyor: Eğer sığınacak bir yer veya (barınacak) mağaralar yahut (sokulabilecek) bir delik bulsalardı; koşarak o tarafa yönelip giderlerdi.

"Ol münâfıklar vezîr olsun ya bek" derken, aklımıza mesnevî-i Mevlânâ'daki Yahudi Vezir hikâyesi gelir ki; o yalancı vezir, Hıristiyanların dinini tahrîb için İncil'i ezberlemiş, onlara yalan yanlış bilgiler vermiştir. Bek kelimesi ise piyon demektir ki; o vezir Yahudî hükümdârın hilekârlığında, onun yardımcılığını yapar.

Ve'l-hâsıl eğer âriflik yoluna girmeye niyet ederseniz, size verilen aşk hasletini doğru yönde kullanın. Süflî olan beden de aşka mensuptur, ulvî olan rûh da...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder